USÛLÎ DÜŞÜNMEK 17 Kasım 2025, 08:29
Müslüman bir âlimin, mütefekkirin ve entelektüelin düşünce istikametini belirlemek, islami ilimlerin teşekkülünü, sistematik yapısını, tarihsel süreçte oluşan birikimini göz önünde bulundurmayı icab ediyor. Bilim ve düşünce mirasına dair sağlıklı bir telakkiye sahip olmak, istikamet belirlemenin temel zeminidir. Bu bağlamda maksadımıza vâsıl olmamıza vesile olacak bazı sorularla başlayalım: İslâmi ilimlerin merkezinde yer alan bir kavram var mı? Varsa bu nedir? İslami ilimlerde ve ondan sadır olan medeniyet tecrübesinde “fikr-i müdir” nedir?
Usûl: Bilim, Terbiye, Yöntem
Hangi alanda olursa olsun, en basitinden en zoruna kadar bütün işlerde yöntem önemlidir. Bir işi yoluna yordamına uygun yapmanın “asıl” olduğu herkesin malumudur. Bu gerçeklik bilimsel meselelerde daha dakik bir “yöntem” hassasiyeti olarak ortaya çıkar. Ahlak alanında da “terbiye”, âdâbına uygun davranmanın yolu yordamıdır. Söz söylerken sahip olduğumuz “uslub”, sözlerimizin içeriğinden bağımsız olarak maksadımıza hizmet etmelidir. Büyüklerimizin söylediği “usûl olmadan vüsûl olmaz” cümlesinden mülhem, amacımız neyse ona göre bir yolu takip etmemizin gerekliliği her konuda tartışmasız bir ilkedir.
İslami ilimlerle iştigal eden herkes, merkezinde “usûlun” olduğu bir bilimsel ve pedagojik mirasa şahit olmuştur. Metodolojideki ince epistemik mekanizmalardan, hoca ve öğrenci ilişkisini tanzim eden “âdâb” kaidelerine kadar, İslami ilimlere hâkim olan, dikkatlice ve ayrıntılı dokunmuş bir biçimsel örgü vardır.
Usûl: Asıllardan Yönteme
Sözlük anlamı olarak “usûl”, “kök, esas, kaide” anlamına gelen “asl” kelimesinin çoğuludur. İslami ilimlerle izafe ilişkisi kurulduğunda – usûl-i fıkıh, usûl-i hadis- , o ilmin yöntemine ve temel kaidelerine işaret eden bir anlam kazanır. İlimlerin teşekkül sürecinde, mesailin birikmesi ve onlardan temel kaidelerin tecrid edilmesi, daha sonra da bu kaideler üzerine yeni disiplinlerin doğması söz konusudur. Bu aşamalar bir ilmin tekamülünü gösterir. Usûlün gelişmesi, eğitim formasyonunu da belirler.
Usûl ilimlerinde en dikkat çeken husus, asıllar ile yöntem arasında kurulan bağdır. Gündelik düşünme tarzında “yöntem “dendiğinde daha keyfî ve sübjektif bir anlam çağrışımı vardır. Lakin bilimsel bir araştırmadan bahsediyorsak, o bilimin varlık alanına, nesne kümesine ve ilgilendiği gerçeklik düzleminin yapısına bağlı olarak bir “yol, yordam” belirleme mecburiyeti vardır. Bir bilim hangi “uzayı” inceliyorsa, bilimsel formları ve formülleri o uzayın topolojisi belirler. Hangi memleketteyseniz, gideceğiniz yol o memleketin coğrafî imkanlarıyla mahduddur. Yöntem, asılların ve temel kaidelerin onto-epistemolojik uzantısıdır.
Kur’an’da ve Sünnet’te Usûlî Temeller
Malum olduğu üzere, bilginin faziletini ve lüzumunu anlatan çok fazla nass mevcuttur. Lakin biz hassaten müdevven ilmî disiplinlere ve onların usûlüne odaklandığımız için, konumuzla direkt alakalı nassların bir kısmına bakacağız.
Allah-u Teala Tevbe suresi 122. Ayette buyurur ki: “(Ne var ki) mü'minlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar.” Bu ayet çok açık bir şekilde ümmetin ilim konusunda organize olmasını ve belli grupların uzmanlaşmasını istiyor. Bu ayet aynı zamanda bir medeniyet tasavvurunun ileriye dönük ilim teşekkülü projeksiyonudur. Her kesimden bir grup istenmesi, sosyolojik yapıya göre bir eğitim politikası öngörüldüğünü gösteriyor ve bir usul ve sistem inşası emrediliyor.
Rasulullah (s.a.v)’in “hikmet” tedrisinden geçmiş alim bir sahabe olarak Muaz b. Cebel (r.a), kendisine “Ne ile hükmedeceksin” diye sorduğunda, sırasıyla “Allah’ın kitabı, Rasulullah’ın sünneti ve re’y ile içtihadı” zikrettiğinde Nebi (s.a.v)’in onayını alıyor.(Ebû Dâvûd, “Akdıyeh”, 11) Fıkhın usulüne dair minimal bir harita çizmesi açısından önem arzeden bu sözün yanında diğer hadislerde de içtihadın teşvik edilmesi, dinde “tefakkuh” sahibi olmaya dair dua ve övgülerin olması, bilgiye dair sistemli ve usûlî bakışa sünnetten örneklerdir. Okuma yazma eğitimine önem vermesi, asahab-ı suffeyi ilim ehli olarak istihdam etmesi, müzakere ve ilmî ihtilafa izin vermesi, derslerini programlı yapması, pedagojik imkanları kullanması ve insan kaynağına değer vermesi Rasulullah (s.a.v)’ın eğitimle alakalı uzun vadeli hedefleri olan usûlî tasarruflarıdır.
Bu minvalde Sünnet’in bizatihi kendisinin de bir düşünme ve yaşam tarzı olarak “usûl” olması kritik bir nüanstır. “Kur’an asıl, sünnet usûl” diye meşhur olan halk arasındaki klişe formülasyon da bunu güzel bir şekilde ifade ediyor. Rasulullah (s.a.v)’e verilen, Kur’an’ın teorik ve pratik uzantısı olan “hikmet”, Sünnet’te vücud buluyor. Keza bazı müfessirler “hikmetten” muradın usûl olduğunu da söylüyor. Bu iki yorumu ihtilaf olarak değil, Sünnetin hikemî ve usûlî cihetlerini ortaya koyan tamamlayıcı yorumlar olarak görmek gerekiyor.
Usûlcüler, Kur’an ve Sünnet’i, asılların aslı olarak tanımlar ki bunun müsellem bir kaide olduğu malum. Aklın terbiyesi olması bakımından usûl binâsı, Kur’an, Sünnet ve akl-ı selim temellerinden yükselen, rasyonel ve estetik inceliğe sahip ihtişamlı bir yapıdır.
İslamî İlimler ve Usûlî Hikmet
Sahabelerden itibaren belli bir naklî ve ictihadî faaliyete konu olan nasslar, daha sonra disiplinlerin teşekkülü ile beraber usûlî bir sistematik ile incelendi. Özellikle Usul-i Hadis, Usul-i Fıkıh ve Usuli’d-Din yani Kelam, dînî bilim ve düşüncenin sistematik ve kuşatıcı disiplinleri oldular.
İslami ilimlerin temelleri olan Kur’an ve Sünnet, kıraat ve hadis rivayeti olarak teselsülen muhafaza edildi. Burada hoca-öğrenci ilişkisi ağı ile örülmüş bir epistemik cemaatin, sistematik bir nakil faaliyeti söz konusudur. Sadece Hz. Peygamber (s.a.v)’in değil, sahabe, tabiun ve ondan sonraki nesillerde yaşamış kişilerin sözleri ve bilgileri de rivayet faaliyetinin konusu oldu. Bu rivayet ağının meta-analizini sağlayan ve güvenilirliğini tesis eden bir üst dil olarak usul-i hadis terminolojisi ortaya çıktı. Hem ravinin hem nakledilen rivayetlerin çeşitli cihetlerden tavsif ve tasnifi ile ayrıntılı ve dakik bir metodoloji ortaya çıkmış oldu. Usûl-i hadis sadece terimler manzumesi değil, aynı zamanda Kelamî ve Fıkhî perspektifin de katkılarıyla bir “haber” teorisidir. Bu ilim, İslamî ilimler dışında her türlü haber ve rivayetlere uygulanabilecek/uyarlanabilecek formel ve rasyonel bir yapı arz etmektedir.
Fıkıh ilmi, Müslümanların bireysel ve toplumsal nizamını sağlayan, nassları hayata, olaylara ve olgulara uygulayan, hükmün ve mülkün Allah-u Teala’nın rızasına uygun bir şekilde tahkim edilmesini mümkün kılan ilimdir. Müslüman toplumun hukukun formelliğinde ve öngörülebilir belirli standartlarda tanzim edilmesi ancak sağlıklı ve sağlam bir fıkıh/hukuk zemininde gerçekleşebilir. Fetva ve hüküm verilecek olayların ve olguların sınırsız oluşu, fıkıh ilminde çok hassas bilgi mekanizmaları gerektiriyor. Kıyas, ta’lil, maslahat gibi kavramlar bu hassas mekanizmalara işaret ediyor. Fıkhın dinamik tarafını temsil eden ictihad faaliyeti, keskin bir muhakeme ve mukayese melekesi istiyor. Bu ve benzeri hususlardan ötürü, usul-i fıkıh İslam ümmetinin varlık ve bilgi tasavvurunda merkezî bir yerde duruyor.
İnanç esaslarının icmalî beyanı olan Akaid ilmi, inanç ve fikir ile alakalı ayrıntılı bir araştırma, aklî şerh ve cedel ile birleşince Kelam ilmini doğurdu. Akideyi, olgusal açıklamalarla inşa edilmiş bir alem tasavvuru ile tahkim eden bir disiplin olarak Kelam, doğal olarak usûlî bir karaktere sahip olmuştur. Kelam ilmi, bilimsel çalışmalar ile gelişen ve değişen tasavvurları işleyebilecek yöntemsel dinamizme de sahiptir.
Burada zikretmediğimiz usul-i tefsir, dilbilimsel disiplinler ve başka “alet” ilimleri de İslamî ilimlerdeki usûlî hikmetin diğer bileşenlerini oluşturur. Usûlî düşünce ve yöntem bilinci, İslami ilimlerin temel karakteridir.
Usûlî Düşüncenin Bilimsel Tezahürleri
İslam medeniyeti, kendi zamanına kadar gelen antik bilimsel mirası temellük ettikten sonra, tevhid ve sünnet ilkeleri çerçevesinde yeniden organize edip temessül etmeyi başarmıştır. Mantık, matematik, metafizik, tıp, astronomi gibi disiplinler İslam alimlerinin belirlediği yüksek seviye bir kültür formuna ulaşmıştır. 7. Ve 16. Yüzyıllar arasındaki bu tekamül sürecinin temel dinamosu usûlî düşünce ve yöntem hassasiyeti olmuştur.
Fennî bilimlerin paradigmatik çatısı olan Metafizik, özellikle İbn Sina ile beraber geniş bir açıklama kapasitesine sahip olarak zirveye çıkmıştı. Ondan sonraki düşünürler de özellikle Fahreddin er-Râzî’nin tahkik hareketi ile beraber Kelam gibi farklı disiplinlerle metafiziğin ilişkisini kurmuş, eleştiri ve şerh geleneğiyle son derece komplike bir literatür oluşturmuştur. İbn Sina’nın, Râzî’nin ve pek çok metafizikçinin fıkıhta behre sahibi olmaları da tesadüfî değildir.
Metafizik ve doğa bilimlerinin yöntemi olması bakımından Mantık, bizatihi bir “usûl” ilmidir desek yanlış olmaz. Farabi, İbn Sina, Gazzali, Fahru’r Razi, Tûsi, Kutbuddin Râzî, Urmevî, Cürcani, Teftazani, Gelenbevî ve sayamayacağımız pek çok alim aynı zamanda birer Mantık üstadıydı. İmam Gazzali, Mantık disiplinini, meşşai metafiziğin yöntemi olmaktan çıkardı ve aklın yönetimi için bir ilim olarak istihdam edip usûl eserinin başına koydu. Bu yaptığıyla İmam, Mantık ilminin bir İslami ilim olma sürecini başlattı. İslami ilimlerin usûlî karakterine birebir uyan ve İslam alimlerinin çalışmalarıyla gelişen bu ilim, İslami ilimler ve medrese eğitiminin temellerinden biri oldu, diğer ilimlerde de tasnif ve organizasyonu belirleyen bir disiplin haline geldi. Müslüman mantıkçılar, kendi yabancı çağdaşlarının öncüsü olmuş, uluslararası alanda kendilerinden eğitim ve danışmanlık talep edilmiştir.
İslam medeniyetinin dünya bilim mirasına en önemli katkılarından bazıları cebir, geometri, optik, astronomi gibi matematik bilimlerinde vuku bulmuştur. Hicrî 3. Yüzyılda yaşayan önemli Astronom el-Fergânî’nin “Cevâmiʿu ʿilmi’n-nücûm ve uṣûlü’l-ḥareḳâti’s-semâviyye” isimli eseri, Müslümanların neden çok hızlı bir biçimde matematik bilimlerinde ilerlediğinin ip ucunu veriyor. Yıldız biliminin “yöntemini/usûlünü” açıklayan eser, usûlî düşüncenin ve yöntem bilincinin bir eseridir.
Matematik bilimler, formel yapısı, yöntemsel keskinliği, prosedürel uygulamaları sebebiyle usûl düşüncesinin en yetkin ve otantik ürünüdür. Kezâ Matematik tarihinde önemli bir yere sahip olan Harizmî de, eserinde feraiz meselelerine cebir ve mukabele yöntemlerini uygulayarak bu bağlantıyı sarahaten bize gösterir. Özellikle ticaret muhasebesinden günümüz bilgisayar teknolojisine kadar, tekno-bilimsel gelişmenin merkezinde olan hesaplamacı ve adedî matematik, Harizmî cebri ile ivme kazandı. Bilgisayar yazılımlarının temel çalışma yolunu ve aşamalarını niteleyen “algoritma” kelimesi, Harizmî’nin isminin Latince transliterasyonundan türetilmiştir ve kendisi belki de tarihin ilk matematiksel algoritmasını basitçe de olsa eserinde göstermiştir.
Optik biliminin kurucusu İbn’ül Heysem, özellikle modern bilimin yöntemsel temellerini atan ilk bilim adamlarından biri olarak gösterilir ve matematik/astronomi alanında da yetkin eserler vermiştir. İslam tarihindeki bu ilerleme, sonraki yüzyıllarda da devam etmiş, önemli rasathanelerde bilim yapan astronomlar yetişmiştir. Hatta Urdî, Tûsî ve İbn Şatır gibi alimler, Rönesans astronomisine çeşitli gezegen modellerini ve geometrik kuramlarını miras bırakmışlardır.
Tıp alanında Râzî, İbn Sina gibi büyük hekimler çıkaran İslam bilimi, küçük kan dolaşımına dair ilk keşifleri yapan İbn’ün-Nefs’i de yetiştirmiştir. Felsefî ve pratik tıp usüllerini sentezlemeye çalışan İbn’ün-Nefs’in dînî ilimlerde ve hatta hadis usulünde eserinin olması, usûl bilinci ile bilimsel çalışmalar arasındaki direkt bağı gösteren bir başka misaldir.
Tüm bu örneklerde dikkat çeken bir diğer husus, usûl şuuru ile mücehhez zihinlere sahip olan İslam bilginlerinin, sadece içeriğe değil bilimsel yönteme dair de katkılarda bulunmuş olmalarıdır. Bu örnekler çoğaltılabilir ama özdeki hakikat, usûlî düşüncenin teknik ve bilimsel çalışmalar ve ilerlemeler için elzem olduğudur.
Usûlî Düşüncenin Devlet ve Toplum Teşekkülüne Etkisi
Rasulullah (s.a.v)’in kurduğu ve ilk sistemleşme adımlarını attığı devletin ilerleyen süreçlerde gerçekleştirdiği kurumsallaşma adımları, daha sistematik bir yönetim amacı taşıyordu. Hz. Ebubekir (r.a) döneminde yazılı kayıt merkezli bir anlayış yerleşmeye başladı. Sabit bir devlet hazinesi kaydı ve askerî disiplin uygulamaları, standardizasyonun ilk adımlarıydı.
Özellikle Hz. Ömer (r.a) döneminde Divânü’l-Ceyş, Divânü’l-Harac, Divânü’l-Hâtem ile organize edilen divanlarda, ordu maaşı, ganimet, yardımlar, vergiler, evraklar yazılı bir şekilde kayıt altında tutularak denetlendi. Beytülmal, kadılık sistemi, hisbe uygulaması, nüfus ve arazi sayımları da devlet yönetiminin daha sistemli olmasına dair uygulamalardır. Hz. Ömer (r.a)’in dönemi bu bağlamda teknik ve bürokratik devrim dönemiydi. Bu adımlar Hz. Osman (r.a) ve Hz. Ali (r.a) döneminde ilerletilerek sürekli hale getirildi.
Emevî ve Abbasi döneminde ise genişleyen topraklar ve artan nüfusla doğru orantılı bir şekilde divanların sayısı arttırıldı. Devletin resmi dilinin standartlaşması, posta ağının yaygınlaşması, divanlaşmanın komplike olması, vezirlik birimi gibi gelişmeler devleti imparatorluk bürokrasisine kavuşturdu. Bütün bu uygulamaların getirisi devleti daha iyi işleyen bir mekanizme haline getirmek, ümmetin yeryüzünde din ve dünya güvenliğini sağlamaktır.
Devletin bu teşekkül sürecinde yapılan hatalar insanların kendilerine aitken, faydaların kaynağı ise sistematik bilinç ve usûlî düşünceydi. Çünkü bütün bu uygulamalar belli bir algoritmik düşünce, sistem ve yöntem bilinci gerektiriyordu.
Hasıl-ı Kelam
Bizzat Rasulullah (s.a.v)’ın başlattığı ilim hareketi ve O’nun vefatından sonra “Rasulullah (s.a.v) olsa ne yapardı?” sorusunun cevabı için yapılan sistematik arayış, usulî bilincin müesses olmasını sağladı. Usûlî düşüncenin sonucu olan müesses nizam arayışı, bin yılı aşkın bir ilerleme ve dinamizmin kaynağı oldu. Artık “usûl” dendiğinde çağrışım ziniciri ile zihne gelmesi gereken kavramlar; sistem, hukuk, yöntem, bilim, standardizasyon, ilerleme ve gelişme, nizam, ahlak ve terbiye, formalite ve prosedür, din ve dünya emniyeti gibi ideler olmalıdır. Yazının başında sorduğumuz sorunun artık cevabını verebiliriz: İslamî ilimlerin ve onların şekillendirdiği medeniyet tecrübesinin fikr-i müdiri “usûlî” düşüncedir.
MEHMET YILDIRTAN - ARAŞTIRMACI YAZAR
DIĞER HABERLER
-
USÛLÎ DÜŞÜNMEK
17 Kasım 2025, 08:29 -
ÖĞRENCİ KAYIT SÖZLEŞMESİNE İLİŞKİN
16 Kasım 2025, 12:31 -
Toplumsal Ahlakın Çözülmesi- Nesli İhya, Şehri İmardan Önemlidir…
16 Kasım 2025, 07:43 -
“BEN” OLMAK VEYA KENDİNİ TANIMAK
13 Kasım 2025, 13:10 -
Vitrindeki Hayatlar, Depodaki Hakikatler Ceviz Kabuğu Hayatı ve Eğitime Düşen Gölge
12 Kasım 2025, 07:38 -
Makûs Talih
11 Kasım 2025, 10:13 -
Okumak… Neyi, Nasıl Okumak? “Nitelikli Okumak, Sükûtun Çığlığını Anlama Çabasıdır!”
10 Kasım 2025, 07:31 -
Güneydoğu Anadolu Ekibimiz AES’25 İçin Sahada!
08 Kasım 2025, 09:15 -
Sınıf ve Ötesini Yönetmek! Okul ve Sınıf Ortamında Yaşanan Sorunların Arka Planı ve Ebeveyn Tutumlarının Eğitim Ortamına Etkisi
08 Kasım 2025, 07:48 -
Kurum ziyaretlerine devam edildi.
07 Kasım 2025, 18:46

