Tutunamayanlar 08 Eylül 2025, 07:16

Oğuz Atay, edebiyat eleştirmeni Berna Moran’ın ifadesiyle modern Türk edebiyatının en önemli kilometre taşlarından biri sayılan Tutunamayanlar adlı romanında, roman kahramanı Turgut Özben’in, arkadaşı Selim Işık’ın intiharının nedenlerinin izini sürdüğü süreçte okuyucuyu tutunamayanların gözüyle tutunanların dünyasında bir gezintiye çıkarır.
Düşünen ve sorgulayan insanların simgesi olan selim Işık, tutunanların oluşturduğu sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel düzenin ve karşı düzen kurma hevesinde olanların dünyalarının anlamsızlığına, ikiyüzlülüğüne ve çıkara dayalı ilişkiler bütününe daha fazla dayanamamış ve intihar etmiştir.
Roman boyunca bu düzeni “Küçük Burjuva Düzeni”, düzene tutunanları da “Küçük Burjuva” olarak kodlayan Oğuz Atay, keskin bir mizahi anlatımla bu düzenin paradigmalarını, değer yargılarını ve bu düzene tutunanları yerden yere vurarak onlarla dalgasını geçer. Oğuz Atayın keskin bir mizaha dayalı eleştirel üslubundan resmi ideoloji; asker-sivil bürokrasi, aydın üçlüsünden oluşan yönetici elit ve kanaat önderleri ile muhalif akım ve düşünceler de nasibini alır
Selim Işık’ın geride bıraktığı notlardan hareketle onu tanıyanlarla yaptığı görüşmeler neticesinde arkadaşının intiharının nedenlerini anlamaya ve onu daha yakından tanımaya çalışan Turgut Özben’in bakış açısından, okuyucular olarak bizler de aslında tutunanların dünyasının beş para etmediğini ve tutunmaya değer olmadığını idrak ederiz. Turgut Özben yaptığı görüşmeler sonucunda arkadaşını daha yakından tanımaya ve anlamaya başladıkça bizler de Selim’e yakınlık duymaya ve onunla birlikte tutunmaya değer bir dünyanın özlemini çekmeye başlarız.
Realist roman geleneği tutunamayanların bir bakıma belgeseli gibidir. Stendhal, Kırmızı ve Siyah romanında Julien Sorel karakteriyle tutunamaynların ihtiraslarını; Dostoyevski, Suç ve Ceza’da Raskolnikovla tutunamayanların iç çatışmalarını; Tolstoy, Anna Karerina romanında Annayla, Gustave Flaubert Madam Bovary romanında Emma ile tutunamayanların ahlaki zaaflarını; Halit Ziya da Mai ve Siyah adlı eserinde Ahmet Cemil’in şahsında tutunamayanların hayal kırıklıklarını gözler önüne serer.
Tutunamama realiteye teslim olmama ve bunun doğal sonucu olarak kurulu düzene yabancılaşma halidir. Bu nedenle olsa gerek intihar bir bakıma tutunamayanların ortak kaderi olmuştur. En değerli varlık olan insanı değersizleştiren ve sıradan bir meta durumuna indirgeyen şeytan icadı kurulu düzenlere karşı tutunamayanlar tarafından geliştirilen en anlamlı tepki olmuştur intihar. Toplumsal genetiği tutunamama üzerine kurulu bir milletin tarihsel trajedisinin Selim Işık gibi bireysel trajediler üretmesine şaşmamak gerekiyor bu yüzden.
Binlerce yıldır millet olarak bir tutunamama hali yaşıyoruz. ilk günkü gibi göçebe bedenlerimiz ve ruhlarımız. Binlerce yıldır ne zamana ve coğrafyaya; ne felsefeye ve dine; ne dile, kültüre, sanata; ne de başka bir şeye tutunamıyoruz. Orta Asya’nın bozkırlarından Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan Anadolu’ya sel gibi akmışız. Yetmemiş Viyana kapılarına dayanmışız. Üç kıtada at koşturmuşuz. Sonra Anadolu’ya çekilmişiz. Sonra köyden kente, Doğu’dan Batı’ya göçmüşüz, sonra çalışmak için Almanyalara Fransalara gitmişiz. Orta Asya’nın bozkırlarında başlayan yürüyüşümüz devam ediyor hâlâ. Göçebelikten yerleşik düzene tam olarak geçemiyoruz bir türlü ve tutunamadığımız coğrafyalarda bir oraya bir buraya savrulup duruyoruz.
Fiziksel anlamda bir coğrafyaya tutunamayışımız beraberinde düşünsel ve ruhsal savrulmayı da getiriyor. Şamanizm’den Budizm’e, Budizm’den İslamiyet’e varan bir inanç yolculuğu; tam anlamıyla yerleşik düzene geçememenin doğal bir sonucu olarak özgün bir felsefi ekol, kültür, sanat ve edebiyat oluşturamama; Orta Asya’dan Batı’ya doğru yürüyüşümüzde geçtiğimiz güzergâhlardaki mukim ve kadim kültürlerin büyüsüne kapılma, önce Fars sonra da Arap kültürüne hayranlık duyma; Farsça ve Arapçayı Türkçenin yerine bilim ve sanat dili olarak tercih etme fiziksel ve zihinsel tutunamayışımızın göstergeleri olarak karşımıza çıkıyor hep.
Daha bitmedi Selim Bey, savruluşumuz devam ediyor. Son iki yüz yıldır modernleşme ve Batılılaşma adı altında son bin yıllık süreçte meydana getirdiğimiz kültür ve medeniyet unsurlarımızı inkâr etmek ya da değiştirmekle meşgulüz. Fars ve Arap kültürü hayranlığı, yerini son iki yüz yılda Fransız, Alman, İngiliz, Amerikan hayranlığına bırakmış durumda. Dilimiz, edebiyatımız, sanatımız kısacası kültürümüz artık Batıdan esen rüzgârlara göre şekillenmekte. Kısacası gelgitlerimiz, savruluşlarımız ve yeniden tutunma çabalarımız devam etmekte. Her tutunma çabamız yeni bir trajedi doğurmakta. Trajedilerimiz acılar, yıkımlar ve kaybedişlerle beslenmekte. Bu anlamda aslında tutunanların tutunma çabası da topyekûn millet olarak zamana, mekâna, felsefeye, sanata tutunamamanın içimizde yarattığı ontolojik sızıyı bastırma girişimi olarak anlam kazanmakta.
Zamana ve mekâna tutunamayışımızın yarattığı sorunları farklı bir yeteneğimizle aşmayı başardık aslında Selim Bey. Yerleşik düzenlerin oluşturduğu kültür ve medeniyet unsurlarını kendi milli kalıbımızda eriterek bize has bir terkibe ulaşmak millet olarak en büyük becerimizdi belki de. Selçuklu; Orta Asya, İran ve İslam kültür ve medeniyetinin bir terkibi iken, Osmanlı da Selçuklu tecrübesiyle Bizans’ın terkibi olarak hayat bulmuştur. Çevreyi etkileyecek ve çekim gücünün içine alacak kadim medeniyetler oluşturamasak da kadim kültür ve medeniyetlerin terkibinden bize has bir dünya yaratarak coğrafyamıza bin yıllık süre zarfında tutunmaya çalışmış olmak ve sonra yeniden fiziksel ve zihinsel bir savruluşa ve tutunamama durumuna duçar olmak bizim trajedimizdi.
1920’lerin millet iradesine dayanan cumhuriyet anlayışından tekrar İngiliz Tanzimatçılığına evrilen Cumhuriyetle birlikte bizi köklerimizden koparmaya çalışanlara karşı verdiğimiz tutunma mücadelesinden bahsetmeye bilmem gerek var mı Selim Bey? Bizi köksüzleştirmek ve savurmak isteyenlere karşı bazen asr-ı saadet sevdası, bazen sosyalizm davası, bazen sağcılık ve solculukla tutunmaya çalışmamız, tutunma çabalarımızın tutunanlara benzeme garabetiyle sürekli sekteye uğramış. Tutunanlara öykünüp tutunmaya çalıştıkça onlara benzemişiz, onları taklit etmişiz ve tersinden yeni düzenler kurma sevdasına düşmüşüz. İyisi mi Selim Bey, bizler biz olarak bir tutunma çabası içinde olmadan ve tutunma hevesiyle psikolojik ve sosyolojik bir mutasyona uğramadan yürümeye devam edelim.
Bu büyük fotoğraf içinde senin bireysel tecrüben küçük bir ayrıntı gibi görünse de fotoğrafın bütününü tam olarak görebilme adına önemli ipuçları sunmakta bizlere aslında
Senin yazdığın şiirleri şerh eden ve senin entelektüel kişiliğinin bir yansıması olarak kurgulanmış bir kişilik olan Süleyman Kargı senin şahsında tutunamayanlar için bak neler söylüyor. Biraz uzun olsa da olduğu gibi alıntılamadan edemeyeceğim.
“Selimin içgüdüleri iyi gelişmemişti. Çıkarını pek bilmezdi. Oysa… Çıkarlarını düşünemeyenler unutulacaklardır. Her olayda bir kenara çekilenler gerçekten de bir kenarda kalacaklardır. Yaptıkları işlerin gizli kalmasını isteyenler bunda başarıya ulaşacaklardır. Kimse, onların varlığıyla tedirgin olmayacaktır. Bir gün öldükleri zaman, arkalarında küçük bir iz, bir anı, bir gözyaşı, bir eser bırakmadan yok olacaklardır. Gazetedeki ölüm ilanı bile, yedinci sayfada bir kenarda kalacak kimsenin gözüne çarpmayacaktır. Hayattan çıkarı olmayanların, ölümden de çıkarı olmayacaktır. Ölüm bile onların adlarını duyurmaya yetmeyecektir. Herkesin mezarında güller ve menekşeler büyürken, onların mezarlarını otlar bürüyecektir. Mezarları bir kenarda kalmasa bile, büyük ve muhteşem anıtların arasına sıkışıp kaybolacaktır. Cennetteki muhallebicide de garson onlarla ilgilenmeyecektir. Ağız tadıyla bir keşkül yiyemeden masadan kalkacaklardır. Gene de garsona bir bahşiş bırakmak zorunda kalacaklardır. Hayattan çıkarı olmayanların hayatı, çıkmaza sürüklenecektir. Kendini beğenmişliğin cezasını daha bu dünyadan çekmeye başlayacaklardır. Sıkıntılarını kimseyle paylaşmasını bilmedikleri için, yalnız başlarına ıstırap çekeceklerdir. Duygu alışverişinden nasipleri olmayacaktır. Duygusuz, hareketsiz, tatsız bir hayat yaşadıkları sanılacaktır. Istırapları, ne yüzlerindeki çizgilerden, ne de saçlarının beyazlaşmasından anlaşılacaktır. Çektikleri acılarla, yüzlerinin buruşmasına, saçlarının beyazlaşmasına izin verilmeyecektir. Güldükleri zaman sevinçli, ağladıkları zaman kederli oldukları sanılacaktır. Hayattan çıkarları olmadığı da asla kabul edilmeyecektir. Böyle bir yanlışlığa düşülmeyecektir.
Aslında, hayattan çıkarları olduğu ispat edilecektir; çıkarlarını korumak için canları çıktığı halde bunu beceremedikleri için, çıkarları yokmuş da bir şey beklemiyormuşçasınagillerden göründükleri yüzlerine vurulacaktır. Onlar da bu saldırılara karşılık bulamayacaklardır. Kendilerini yokladıkları zaman, bütün ileri sürülenlerin gerçek olduğunu, hayatlarını boş yere harcadıklarını, ne yazık ki artık çok geç kaldıklarını onlar da açık ve seçik olarak göreceklerdir. İşte o anda dahi, delice bir harekette bulunmalarına, anlamsız bir hayatı anlamlı bir şekilde bitirmelerine göz yumulmayacaktır. Kendilerini öldürmeyeceklerdir. Onlara anlatılacaktır ki, böyle bir davranış bütün yaşamlarıyla çelişki içindedir, gerçekle bir ilişkisi yoktur: kendilerini öldürürlerse, onlar hakkında varılan isabetli yargıları çürütmek için gene boş bir çaba göstermiş olurlar. Bu hiçbir şeyi değiştirmez. Onlar, bu rezilliğe katlanarak sürünmeye devam edeceklerdir… “
Selim Kargı ne güzel anlatmış değil mi? Seni, bizi yani tutunamayanları. Sahi bu beş para etmez sefih hayata tutunup da ne yapacağız? Değer mi buna? Küçük burjuvalar gibi küçük burjuva dünyasının küçük çıkarları peşinde mi koşacağız biz de? Bizi biz yapan, eşyaya insan olmanın şerefiyle tepeden bakan kimliğimize ve kişiliğimize ihanet mi edeceğiz?
Hayır! Varsın bunlar çıkarlarını bilmiyor desinler; varsın bizi bir köşede unutsunlar; başarılarımız sahiplenilsin başarısızlıklar bizlere fatura edilsin; varlığımız kimseyi tedirgin etmesin; bir gün öldüğümüz zaman, arkamızdan küçük bir iz, bir anı, bir gözyaşı, bir eser bırakmadan yok olalım; gazetedeki ölüm ilanımız yedinci sayfa da bile yer bulamasın ve kimsenin dikkatini çekmesin; sıkıntılarımızı kimseyle paylaşmadan yalnız başımıza ıstırap çekelim; duygusuz, hareketsiz, tatsız bir hayat yaşadığımız sanılsın; varsın bize ahmak muamelesi yapılsın ama; biz onların beş para etmeyen dünyalarına tutunmadan onlara tepeden bakmaya, onların hayatlarına burun kıvırmaya ve onların dünyalarını küçümsemeye devam edelim.
Son bir şey daha Selim Işık! Tutunamayanlar tutunanların dünyasına bir gün intihar etmenin dışından daha farklı tepkiler gösterebilme becerilerini geliştirebilirlerse, tutunamayanların makûs talihi işte o zaman değişmeye başlayacaktır.
HALİL ÖZ - EĞİTİMCİ
DIĞER HABERLER
-
Tutunamayanlar
08 Eylül 2025, 07:16 -
Hacer’in Silueti
07 Eylül 2025, 08:18 -
Başlangıç: Bir Adımın Hikmeti
06 Eylül 2025, 08:54 -
İnsan Ne Kadar Farklı Bir Varlık?
05 Eylül 2025, 09:16 -
Özel Okullarda Hazırlık Ödeneği ve Vergi Uygulamaları
05 Eylül 2025, 08:41 -
Mübarek Mevlid Kandili
03 Eylül 2025, 13:23 -
Aynı Davaya Omuz Verenler: Öğretmenler Arası Diyalog ve İş Arkadaşlığının Önemi
02 Eylül 2025, 12:30 -
Eğitimle Yeniden İnşa Edilen Kimlik: Dil, Tarih ve Kültürün Kesişiminde Modern Türkiye Perspektifi
01 Eylül 2025, 03:38 -
Açlığın Adı Gazze, Sessizliğin Adı Dünya
31 Ağustos 2025, 09:12 -
Yeni Eğitim Yılına Girerken Vicdani Eğitim İhtiyacı
30 Ağustos 2025, 08:50