Halep’e Dönüş: Bir Hatıranın İzinde 15 Temmuz 2025, 20:25

2011 yılının Şubat ayında Halep’i ilk kez gördüğümde, içimde anlatılmaz bir lirizm oluşmuştu. Halep'in tarihi ve kültürel dokusuna hayran kalmıştım. Hafızama kazınan şey baharat ve sabun kokularının karıştığı o tatlı, kadim şehir uğultusuydu. Tarihin taş duvarlardan sızdığına yemin edebilirdim. Bir ay sonra, yani Mart ayında Baas rejiminin başında bulunan Beşşar Esed'in dikta yönetimine karşı Suriye'de bir halk hareketi başlamış, barışçıl gösteriler kısa sürede kanla bastırılmış ve devrim bir iç savaşa dönüşmüştü. O günlerde kendime hep aynı soruyu sordum: Bir daha Halep’i görebilecek miydim? Bu kadar kısa bir sürede hiç kimse, bu yangının şehirleri yutacağını, insanların anılarını yerle bir edeceğini hayal edemezdi.
Aradan geçen yıllarda milyonlar evini terk etti. Bunlardan biri de Ebu Ali—asıl adıyla Mervan—2012 Temmuz’unda eşi,bir oğlu ve bir kızıyla Türkiye’ye sığındı. Bir oğlu Lübnan’a, diğer oğlu Katar’a bir kızı da ailesiyle birlikte Ürdün'e gitmişti. O ise Türkiye'de gözü arkada, yüreği vatan hasretiyle dolu yaşadı.
Ve 13 Haziran 2025 Cuma günü, Baas rejiminin devrilişinden yedi ay sonra, Ebu Ali'yle birlikte Suriye’ye dönüyoruz. O; acı,özlem ve sabırla örülü on dört yıllık bir ayrılıktan sonra memleketine kavuşacak; ben de gönlümde yer etmiş o masalsı şehir Halep’i uzun ve heyecanlı bir bekleyişin ardından yeniden göreceğim.
Bu sadece bir yolculuk değil. Bu, 14 yıl sonra geçmişle yüzleşme, savaşın silmeye çalıştığı izleri arama yolculuğuydu.
Halep bizi nasıl karşılayacak? Tarihi çarşısı, Ulu Camii, kalesi, sokakları hâlâ yerinde mi? Yoksa sadece virane bir şehir, yerle yeksan olmuş hatıralar mı kalmıştı?
Cilvegözü Sınır Kapısı’ndan bir yardım kuruluşunun gönüllüsü olarak özel izinle geçiyoruz. Bab el-Hava’da, yüzlerinde yorgun ama nazik ve içten bir tebessüm olan görevliler tarafından sıcak karşılanıyoruz.. Suriye devletinin tahsis ettiği araçla Sarma’da garajına götürülüyoruz
İşte, sabırsızlıkla beklediğimiz o an geliyor; küçük,eski bir minibüsle içimiz kıpır kıpır bir şekilde Halep'e doğru yolculuğumuz başlıyor.Yollarda ilerlerken, savaş öncesi küçük kasabalar olan Sarmada ve Dana’nın şimdi ticaret merkezlerine dönüşmesini hayretle izliyoruz.Yollarda, yeniden inşaatın umut dolu gürültüsü, eski günlerin sessizliğini bastırmaya çalışıyordu
Halep’e vardığımızda, Azamiye'de Bera camii'nin yanında arabadan iniyoruz. Tam o sırada ezan okunmaya başlıyor. Ses, yaralı binalara çarpıp gökyüzüne yükselirken, Ebu Ali gözümün içine bakarak gülümsüyor:
“14 yıl boyunca cuma namazlarında ben Türkçe hutbe dinledim, şimdi sıra sende... Arapça dinle.” diyor.
Gülümsüyoruz. Gözlerimize geçmişin hüznü, bugünün sevinci ve ezanın birleştirdiği ortak bir anın huzuru yerleşiyor.
Bu topraklara “Halep” denmesinin ardında eski bir hikâye saklıdır. Rivayete göre, Hz. İbrahim burada yaşarken koyunlarını sağıp fakirlere süt dağıtırmış. Halk, onun bu cömertliğini "Haleb el-nebi" yani “Peygamber süt verdi” diyerek anar olmuş. Bu ifade zamanla şehre ad olmuş. Bir başka görüşe göre ise Halep, Aramice kökenli bir kelime olup “beyaz” ya da “sütlü toprak” anlamına gelir. Hangi rivayet doğru olursa olsun, Halep yalnızca bir şehir değil; bir medeniyetin, bir hafızanın, bir direnişin adıdır.
Namazdan sonra Kasr-ül Diyafe boyunca Ebu Ali'nin gençliğinin geçtiği caddeye doğru yürüyoruz. Bir zamanlar cıvıl cıvıl olan sokakta şimdi adımlarımızın sesi yankılanıyor, ara sıra bir pencereden sızan çay kokusu hayata tutunma çabasını fısıldıyordu.
İşte, oradayız. Binanın önünde zaman durmuş gibiydi. Merdivenlerden çıkıyoruz.Kapıyı, on dört yıl boyunca evinde yaşayan Ebu Fuad açıyor. İçeri adım attığımızda Ebu Ali’nin nefesini tuttuğunu hissedebiliyorum. Havada kesif bir hüznün kokusu ve terk edilmek zorunda kalınmış hayatlara dair anıların o kendine has sessizliği var. Ebu Ali yavaşça elini salondaki duvarda gezdirdi, parmak uçlarıyla sanki eski bir dostuna dokunuyordu. O anda duyguların dili sustu, sadece duvarlar ve bir adamın kalbi konuştu.
Ebu Fuad bizi büyük bir vefa duygusu ve saygıyla karşıladı.Ebu Ali on dört yıl boyunca hiç bir karşılık beklemeden evini Ebu Fuad'a ve ailesine açmıştı.
Dinlediklerimizden ürperiyoruz.İç savaş boyunca sırf insanlara gözdağı vermek amacıyla her gün onlarca gencin karşı caddede kurşuna dizildiğini ve cesetlerinin orada bırakıldığını anlatıyor Ebu Fuad.İnsanların balkona çıkmaları, görüntü almaları hatta perdelerini açmaları dahi yasak.Yasağa uymayanlar derdest ediliyor ve hiç bir yakını onlardan haber alamıyor.
Sahipleri tarafından zorunlu olarak terk edilmek zorunda kalınan ve içinde kimsenin ikamet etmediği evlerin akibetinden de bahsediyor Ebu Fuad.Şebbihaların bu evlere yerleştiğini ve bu evleri sahte belgelerle üçüncü şahıslara sattıklarını söylüyor.Ebu Aliye bakıyorum, hamd edercesine tebessüm ettiğini fark ediyorum.On dört yıl boyunca hiç bir karşılık beklemeden evini bir aileye açmış olmanın mükâfatını evini, her türlü zarardan korunmuş bir şekilde bularak almış oluyor.
Günün ilerleyen saatlerinde Halep Kalesi’nin de içinde buunduğu Eski Halep'i ziyaret ediyoruz. Kale, binlerce yıllık taşlarıyla dimdik ayakta. O taşlara baktıkça, zulmün ve direnişin yankılarını duyuyoruz. Her köşe bir acıya, her taş bir sabra tanıklık etmiş buralarda.
Ertesi gün Bab Antakya Kapısı’ndan geçip Halep’in meşhur çarşısına giriyoruz. Savaşta ağır hasar alan bu kadim çarşıda, çekiç sesleri enkazın ağıtına karışıyordu; restorasyon hummalı bir şekilde sürüyordu.
Açılan bölümlerdeki dükkânlar rengârenk kumaşlarla, defne sabunu ve kekik gibi baharat kokularıyla, eski zamanlardan kalma bir büyüyle bizi karşılıyor Hanlar, hamamlar, camiler çarşının o büyülü ruhunu tamamlıyordu.Bir baharatçı, tezgâhının önünde durduğumuzu görünce gülümsedi. "Hoş geldiniz, Halep yeniden canlanıyor, yavaş yavaş," dedi. O kısacık cümle, çarşının ruhunu özetliyordu.
Kadim çarşıdaki Hulviyye Camii’nde öğle namazını kıldık. İmamın ikram ettiği çayın buğusu, okuduğu neşidelerin tınısına karışarak içimizi ısıttı.
.Ebu Fuad'ın minibüsüyle şehri gezerken, zihnimdeki 2011 Halep’i ile camdan film şeridi gibi akan görüntüler arasında gidip geliyordum. Bir zamanlar ışıl ışıl olan Azamiye,Bab-el Cineyn, Bab Antakya, Bab- el Hadid, Bab-el Nasr, Bab-el Faraj,Azeziye,Tilel,Süleymaniye,Şehbe, Halep Cedide,El Furkan, Mugambo... Bu yerler şimdi yorgun ve solgundu. Elektrik günde iki kez, su haftada bir kez veriliyordu. Ebu Ali, Halep’in yüzde altmışının yıkıldığını anlatırken sesinde keder kadar umut da vardı.
Ertesi sabah Türkiye’ye dönmeden önce Ebu Ali'nin eskiden gözbebeği olan bahçeye uğruyoruz: Rif el-Mühendisîn’de, bir mühendisten satın aldığı, bir köşesine iki odalı taş ev yaptırdığı, elleriyle ağaçlandırdığı cennet parçası... Gökyüzünü gölgeleyen ağaçları, duvarlarla çevrili bir sığınağı vardı. Armut, zeytin, üzüm, ceviz, şeftali ağaçları... Her biri onun sevgisiyle yeşermişti. Ama şimdi yıkık duvarlar, suskun taşlar, kökünden kesilmiş ağaçlar vardı karşımızda.
“Kadınlar olmasa ağlardım,” dedi Ebu Ali, sesi çatallı.
Hüzünle:“Sen hayattasın Ebu Ali,” dedim. “Bu bahçe senin ellerinde bir kez daha yeşerir.” Gözlerimizle anlaştık.yeniden filizlenecek tohumların varlığına inandık.
Yolculuğun başında sorduğum soruların cevabını şimdi biliyordum. Evet, taşlar yara almış, duvarlar yıkılmıştı ama hatıralar yerle yeksan olmamıştı; aksine, o taşların arasında filizlenmeyi bekleyen tohumlara dönüşmüştü. Halep’in ruhu, kalesi gibi dimdik ayaktaydı ve biz, bu ruhun tanıklığında, geçmişi geleceğe bağlayan bir yolculuğu birlikte tamamladık.
Halep’te geçirdiğimiz zaman diliminde insanlarda tüm zorluklara rağmen direniş ve hayata tutunma arzusu gördük. Evet, savaş çok şey almıştı ama insanlar geri dönmeye, sokaklar canlanmaya başlamıştı. Çocuklar oyun oynuyor, bazı dükkânlar açılmış, restore edilen camilerde yeniden ezan okunuyordu. Acı hâlâ tazeydi ama hayat yeniden başlamıştı.
Bu gezi bir vedadan çok bir merhabaydı. Ebu Ali için vatanına, çocukluğuna, gençliğine ve yarın kalan hikâyesine bir kavuşmaydı. Benim içinse Halep’e ikinci bakışta, daha derinden bağlanmaktı. Ve anladım ki; bazı şehirler yıkılsa da ruhları ayakta kalır. Tıpkı Halep gibi.
HALİL ÖZ - EĞİTİMCİ YAZAR
DIĞER HABERLER
-
Doğru Okula Nasıl Karar Verilmeli?
17 Temmuz 2025, 09:04 -
Lazım Olanlar mı, Elzem Olanlar mı?
17 Temmuz 2025, 08:47 -
Patron Liyakat İstiyor
17 Temmuz 2025, 08:32 -
Matematik Öğrenmede Kitap Okumanın Önemi
16 Temmuz 2025, 16:48 -
Okuma azmiyle önce mühendis, sonra avukat oldu, bu yıl da tıp fakültesini bitirdi
16 Temmuz 2025, 10:31 -
Kaybetmeden Değerini Bilmez İnsan
16 Temmuz 2025, 07:55 -
Halep’e Dönüş: Bir Hatıranın İzinde
15 Temmuz 2025, 20:25 -
Lgs Şampiyonu Hediye Çekini Yetim Vakfına Bağışladı
15 Temmuz 2025, 18:20 -
Özgürlük Filosu’ndan kuşatmayı kırmak için yeni girişim: ‘Hanzala’ Gazze yolunda
14 Temmuz 2025, 15:37 -
15 Temmuz Öncesi ve Sonrası
14 Temmuz 2025, 11:05