Ek: 2 - GÖRÜNMEZ VARLIKLAR (Melekler ve Ruh, Cinler ve Şeytan/İblis) 19 Ekim 2025, 06:46

Avusturyalı şair Rilke’nin (Duino) Ağıtlar Şiirinde bahsettiği meleklerin “Hristiyanların Melekleri” değil “Müslümanların Melekleri” olduğunu söylemesinden hareketle Hanif Din İslam Dininin “melek” anlayışını Kur’an-ı Kerim ayet meallerinden hareketle ortaya koyarak, bazı Müslümanların da düştüğü bir hataya dikkat çekmek istiyorum. Bu hataların Hristiyanların, Yahudilerin, Uzakdoğu dini/felsefi görüşlerinin, müşriklerin, felsefeci ve bilimcilerin yaygın olarak yanlış kullandıkları (En azından benim bakış açıma göre) kanaatindeyim. Yazının sonuna Şair Rilke’nin “Ağıtlar” şiiri ile ilgili açıklama yazısını da koydum.
Görünür ve görünmez her “şeyi” bir ölçüye göre yaratan (Mümin (40/62)), yaratmaya devam eden (Kamer (54/49)), her “an” bir “iş (şe’n)” üzerinde olan Allah (Rahman (55/29)), gizleneni de açığa vurulanı da bilir (Neml (27/25); Kasas (28/69)). Allah, görünür (maddi/fiziki) ve görünmez (manevi/metafizik/soyut) olan “işlerini” görünür varlıklara yaptırdığı gibi, “görünmez varlıklara” da yaptırır. Görünür varlıklar, Yaratıcısının kendisine yaratılma sürecinde verdiği özellik, nitelik, vasıf ve hasletler ile bu işleri isteyerek ya da istemeyerek yerine getirirlerken, “görünmez varlıklar” da Yaratıcılarının bu varlıklar için gönderdiği destekleri eksiksiz ve fazlalıksız olarak yerlerine ulaştırırlar.
Aklı ve cüzi/özel iradesi olan bilinçli insan, istemeyi bildiği ve bunu bildiğini de bildiği için Yaratıcısının emirlerini yerine getirme hususunda “tercih/seçim” yapabilir, yaşantısında da bu konularda “deneme sınavına” alınır. Sınavının sonuçlarına göre Dünya Hayatında muhakeme edildiği gibi, Ahiret Hayatında da yapıp ettiklerinden hesap verir. İnsan dünya hayatında diğer varlıklar ile iş birliği, alış-veriş yapıp desteklerini alabildiği gibi, “görünmez varlıklar” vasıtasıyla Yaratıcısının desteklerini de alır. Bu sırada bazı görünmez varlıklar (şeytan, cin) tarafından da olumsuz etkilere maruz kalabilir. Yaşadığı bu etkileri, görünmeyen olay ve olguların etkilerini “göremese” bile varlığını hissederek, bunların varlığı ve etkileri konusunda bilgi, en azından inanç ve görüş sahibi olabilir.
Modern dönemle birlikte maddi/fiziki nesneler ile olay ve olguların “görünürlüğü” üzerinden bilim yapılırken, manevi/metafizik olay ve olgular ihmal edilmiş, hatta bu yüzden duyumların ve duyguların etkileri bile görmezden gelinmiştir. Son dönemde, daha önce etkisi pek önemsenmeyen bu hususların önemine dikkat çeken çok sayıda bilimsel çalışma yapılmaktadır. Modern bilimin manevi (ruhi değil), metafizik, soyut konulardan uzak kalmasının bir nedeni de dini alanın, özellikle Hıristiyanlık ve Yahudiliğin, manevi/metafizik/soyut olay ve olguları yalnız kendi “dini görüşlerinin” kapsamında görerek, bu “dini alandaki” yanlış melek, ruh, cin, şeytan tasavvurlarına bilimi yanaştırmamalarından da kaynaklandığı kanaatindeyim. Bunu da “kilise kurumunun” baskısıyla bilim yapan birçok aydın ve bilim insanını, kendi dini kabullerine uymadığı bahanesiyle “zorla” engellenmişlerdir. Oysa bilimi, bilgiyi, bilgi elde etmeyle uğraşmayı öven, değer veren Hanif Din İslam Dininin bu konularda ne kadar teşvik edici bir dil kullandığı biliniyor. Aynı şekilde maneviyatı, metafiziği, soyutu anlama konusunda “görünmez varlıklara (melek, ruh, cin, şeytan vb.)”; aklı, bilimi doğru işletecek bilgilerle açıklamalar getirdiği de biliniyor. İnsaflı bilim insanları ve sanatçıların bu farklılığı teslim ettikleri de bir gerçek.
Bu konuda modern dönemde Matematik ve Fizik alanlarının en büyük bilim insanlarından Berkeley’in (George) karşılaştığı durum ilginçtir. Tanrıya inanan dindar bir kişi olarak Berkeley’i eleştiren; böyle büyük bir bilim insanının dindar olması ile alay edenlere Berkeley, felsefeye “İmmateryalizm (maddesizlik)” kavramını kazandıran bir kitap yazarak cevap vererek, maddeciliğin (materyalizmin) tam zıddı olan “immateryalizm (maddesizlik)” görüşünü destekleyen delilleri ortaya koymuştur. Evrenin, insan zihninin kendi kendine hiçbir gerçekliğinin/hakikatinin olmadığına, Çünkü bizim zihnimizin dışında “yaratıldığını”, maddenin de tüm madde türlerinin de nesnelerin de biz insanların zihnimizde tasavvur ettiğimiz fikirler ve tasavvurlarından ibaret olduğunu iddia eder. En sonunda da özet olarak diyor ki; “İnsan zihninin ürettiği bir kavram olarak büyüklüğü, rengi, kokusu vb. özellikleri olmayan, duyu organlarıyla algılanmayan ‘NOKTA’ nın zihinde oluşturulan varlığını kabul ederek, bunun üzerine bina edilen Matematiğin, Fiziğin ve diğer bilimlerin üretilmesini anlayıp kabul ediyorsunuz da benim Tanrıya inanan bir dindar olduğumu niçin kabul edemiyorsunuz? Asıl ‘noktadır’ soyut, metafizik ve gerçek olmayan”.
İnsan zihni “gerçek” olmayan kavramlar üreterek, ürettiği bu kavramları kullanarak birçok gerçeğin gerçekliğini/hakikatini gösterebilecek, en azından kendini ikna ederek, ispatını yaparak birçok zihin yapıtaşlarıyla ve onların işlevleriyle donanmıştır. Bu özelliklerini kullanarak tanım yapabiliyor, sorun çözebiliyor, değer üretebiliyor, anlayabiliyor, anlamlandırabiliyor, bağlantılar kurabiliyor ve irade edip yargıda bulunarak, “seçim” yaparak karar verebiliyor. Kaldı ki, modern bilimin evren ile ilgili ulaştığı son bilgilere göre evrenin “görünen” kısmı sadece yüzde DÖRDÜ (4) dür. Geriye kalanın yüzde YETMİŞ BEŞİ (75) “Karanlık Enerji”, yüzde YİRMİBİRİ (21) de “Karanlık Madde” dir. Buradaki “karanlık” kelimesi ile “görünmeyen, ama varlığını etkileriyle belli eden, hissettiren” varlıklar ifade ediliyor. Görünmez/Karanlık her varlığın bir şekilde varlığını “hissettirdiği” kanaatindeyim.
Hanif din İslam Dininin “Görünmez Varlık” anlayışı, Kur’an-ı Kerim’de bildirilenlerden anladığım kadarıyla iki ana başlıkta toplanıyor:
- Melekler ve Ruh
- Cinler ve İblis/Şeytanlar
- Ruhun da çok özel bir “melek” olduğu, görevleri ve işleri ile ilgili (Ek: 1) ayrıntılı bilgilendirmeyi yaparken, ruha da yanlış anlamlar verilmesine dikkat çekmiştim. Dolayısıyla Ruh gibi Meleklerin de görünmez varlıklar olarak Yaratıcısının verdiği görevleri, “işleri” eksiksiz ve fazlalıksız olarak yapan “elçiler (resul)” oldukları belirtiliyor (Hacc (22/75)) ve bu görevleri yapmaya uygun yaratıldıkları da bildiriliyor (Kadir (97/4,5)). İrade sahibi oldukları, ama sadece “iyi” olanları irade ettikleri de iddia ediliyor.
- Cinlerin de “irade” sahibi olan görünmez varlıklardan olup “iyiliklerin” yanında “kötülükleri” de irade edebildikleri ileri sürülür. Bundan dolayı Müslüman Cinler olduğu gibi, Müslüman olmayan Cinlerin varlığı da bildirilir. Cinler, “kavurucu ateşten” yaratılmışlardır (Hicr (15/27)). Müslüman olmayan Cinlerden olan İblis/Şeytanların insana “nüfuz edebildiği” de iddialar arasındadır. Ancak her ne kadar “nüfuz” etseler de Şeytanların ve Cinlerin insana karşı hiçbir yaptırım gücü yoktur saptırmak, şaşırtmak, dalalete düşürmeye çalışmak dışında (Ek: ?). Müslüman Olmayan Cinler, şeytanlar Melekler Yüksek Konseyini (mele-i ala) dinleyemezler, dinlemek için yaklaşanlar uzaklaştırılırlar, “kulak hırsızlığı” yaparak söz kapmaya çalışırlar (Saffat (37/6-10)). Genel olarak Cinler ile ilgili müstakil “Cin Suresinin (72. Sure)” yanında başka surelerde birçok ayet de vardır: Zariat (51/56); Neml (27/17,39), Enam (6/100,128-130); İsra (17/88,89); Secde (32/13); Saffat (37/158-160).
Görünmez varlıklar olarak Melekler, Kur’an-ı Kerimin bildirdiğine göre “kanatları” olan (Fatır (35/1)), cinsiyeti olmayan (Saffat (37/149-157)) görünmez varlıklardır ve her birinin belli bir “makamı” vardır (Saffat (37/164)) ve Allah’ın huzurunda saflar halinde dizilerek (Saffat (37/165)) “tesbih” ederler (Saffat (37/166); Saffat (37/1-3); Fussilet (41/38); Ahzab (33/43); İsra (17/44)). Yaratıcısının verdiği işleri ve emirleri (Meryem (19/64)) “programlandığı” şekilde yapmak için inerler (Kadir (97/4)). Ruh ve Meleklerin Allah “katına” çıkmaları ve oradan inmeleri bizim zamanımıza göre 50 000 yıl sürer (Meariç (70/4)). İnsanlara yönelik yaptıkları görevlerinden bildirilen belli başlılarını aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz:
- Görevlendirildiği insanı önlerinden ve arkalarından her an sürekli gözetlemek (Tarık (86/4)) ve güvenliklerini sağlamak için korumak (Rad (13/11)). Sağında ve solunda oturarak her yaptığını yazmak, kaydetmek (İnfitar (82/10-12); Yunus (10/21); Kaf (50/17,18)).
- Hayat veren Vahyi Peygamberlere, onların kalplerine ulaştırarak, onların “dosdoğru bir yolu” göstermesini sağlamak (Şura(42/51,52); Şuara (26/192-194)).
- Nefsin/benliğin canlılığına, “havayı/nefesi” solumayı ve maneviyatı/ahlakileşmeyi sağlayanı ulaştırmak (İsra (17/85)) ve belirlenen zamanı gelince nefsin canlılığı bitince, “vefat” anında ya da “mevt” olunca, daha önce nefse ulaştırdıklarını, “getirdiklerini” geri alarak aldığı yere, Allah Katına götürmek (Secde (32/11); Zümer (39/42); Enfal (8/50); Nisa (4/97)).
- Allah’ın insanlara gönderdiği lütuflarını, ihsanını, merhametini, bağışını, nimetlerini, rızıklarını, ikramlarını getirirler ve Cennet ile Cennet nimetlerini müjdelerler (Fussilet (41/30-32); Kadir (97/4,5); İsra (17/87)).
- Müjdeli haberleri getirmek (Hud (11/69-71); Furkan (25/22); Al-i İmran (3/38/41,45-51)).
- Gazap ve azap haberlerini getirmek (Hud (11/70,77,82,84,89,94,95,98-104); Nebe (78/40)).
- Kıyamet ve Ahiret ile ilgili kendilerine verilen bilgileri getirmek (Muhammed (47/27); Hakka (69/13-39)).
- Ahiret hayatında insanın “hesabı” görülürken, onlara refakat (eşlik) etmek ve şahit olarak bulunmak (Nebe (78/38)).
- İnsanın/Ademin üstünlüğünü (İblis/Şeytan haricindekiler) kabul etmek (Araf (7/11)) ve hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında Cennete gitmeyi hak edenlerin dostları olmak (Fussilet (41/31)).
- İnkar eden kafirlere lanet ederler (Bakara (2/161)).
- Hz. Peygamber (as) miraçta asli hallerini gördü (Necm (53/1-18)), tüm insanlara farklı varlıkların “kılıklarına” girip görünebilirler (Hud (11/69-71)).
Müşrikler Hz. Peygamberin beraberinde bir “melek” indirilmesini istemişler (Furkan (25/7)), Peygamber olarak “melekler” indirilmeli, hatta “Rabbimizi görmeliydik” (Furkan (25/21)) diyerek büyüklük taslamışlar ve azgınlıkta çok ileri gitmişlerdi. Cahiliye dönemi Araplarının “melekler” konusundaki bu bilgisizlikleri, bu dönemin kitap ehlinin, özellikle Hristiyanların Hz. İsa’yı ve melekleri “kutsal ruh” olarak “tanrılık” mevkisinde görmelerinden de kaynaklanmaktadır. Hanif Din İslam Dininin “görünmez varlıklar (melek, ruh, cin, şeytan)” anlayışının diğer dinlerden farklı olduğunu bilmek, bazı Müslümanları Bilimin karşısında “aşağılık kompleksine” düşürerek dininden ya da bilimden uzaklaştırması mümkün olmamalıdır. Bilimin alanı ayrı, Dinin alanı ayrı diyerek de “sıyrılamayız” bu anlayıştan. Dinin alanı hem felsefenin hem de bilimin alanını kapsar. Müslümanların “melek” anlayışının, mensubu bulunduğu Hristiyanların ve diğer dinlerin anlayışlarından farklı olduğunu gören; “Bizler görünmez dünyanın arılarıyız!” diyen Avusturyalı şair Rilke’nin “Ağıtlar Şiirini” yorumladığı yazısının ilgili kısmını aşağıya almayı uygun gördüm. Prof. Dr. Nurullah Koltaş Hocama destekleri için teşekkür ediyorum. Allah hepinizden razı olsun.
RAMAZAN AKSOY - EĞİTİM YÖNETİCİSİ / 17.10.2025
RİLKE ve MÜSLÜMANLARIN MELEKLERİ
Yaşamın ve ölümün onaylanması “Ağıtlar”da kendini tek bir şey olarak kanıtlar. Biri olmadan diğerini kabullenmek -burada öğrenilen ve kutlanan budur- nihayetinde sonsuz olan her şeyi dışlayan bir sınırlamadır. Ölüm, yaşamın bize sırtını dönmüş, bizim aydınlatamadığımız tarafıdır: Biz, her bilinci sınırlandırılmamış alanda evinde olan, her bilgisinden sonsuz beslenen varoluşumuzun en büyük bilincini ifa etmeye çalışmalıyız. Gerçek yaşam formu ilgili alan boyunca uzanır, en büyük dolaşımın kanı ilgili taraf arasında gider gelir: Ne bu dünya ne öteki dünya vardır, ancak bizden üstün varlıkların, "meleklerin" evi olan o büyük “BİRLİK” mevcuttur.
Şimdi gelelim, böylece daha büyük diğer yarısı oranında gelişmiş, ancak şimdi onunla tamamlanmış, ancak şimdi şifa bulmuş “dünyada sevgi” sorununun durumuna. “Ağıtların” anlaşılması için, en az onlar kadar "zor”, aynı özle dolu Orpheusa Sonelerden daha fazla yararlanamamış olmanıza şaşırdım. Ağıtlar 1912 yılında Duino'da başlamış, İspanya ve Paris'te parça parça 1914 yılına kadar sürmüştür. Savaş benim bu en büyük eserimi tamamen kesintiye uğrattı; 1922 yılında, onları tekrar ele almaya cesaret ettiğimde, birkaç gün içinde kendini dayatan (planlarıma dahil olmayan) Orpheusa Soneler, yeni Ağıtlar'ın yazılmasının, yazılanların tamamlanmasının önüne geçti. Bunlar [Soneler], Ağıtlar'la aynı "doğum sürecinde” ortaya çıktılar. Erken ölmüş bir genç kızın ardından, iradem dışında, birdenbire ortaya çıkmaları, onları kendi kökenlerinin kaynağına daha da yakınlaştırıyor; bu bağlantı, derinliğini ve etkisini, sınırsızca her yerde ölülerle ve doğacak olanlarla paylaştığımız o diyarın daha çok merkezine doğru gidişle ilgilidir.
Biz, buradakiler ve bugünküler zamanımızın dünyasında ne bir an olsun doyum buluyoruz ne de ona [o dünyaya] bağlıyız; kesintisiz üst üste öncekilere, kökenimize ve görünüşe göre bizden sonra gelecek olanlara gidiyoruz. Her şey o en büyük "açık" dünyadadır, "eşzamanlı" denilemez, çünkü tam da zamanın ortadan kalkması onların her şey olmasının koşuludur. Geçicilik her yerde derin bir varlığın içine yuvarlanır. Böylece burasının bütün tasarımlarının kullanımı sadece zamanla sınırlı olmamalı, aksine elimizden geldiğince katıldığımız o üstün anlamlara da uyarlanabilmelidir. Ancak (giderek daha büyük bir tutkuyla uzaklaştığım) Hıristiyanlık anlayışına göre değil, tamamen dünyevi, derinden dünyevi, mutlu dünyevi bir bilinçle, burada görüleni ve dokunulanı daha geniş, en geniş çevreye; gölgesi dünyayı karartan bir “öteki dünyaya” değil, bir “bütüne”, bütün olana yaymak gerekir. Doğa, ilişki içinde bulunduğumuz ve kullandığımız şeyler geçici ve geçersiz şeylerdir. Ancak bunlar, burada bulunduğumuz sürece bizim mülkümüz ve dostlarımızdır, tıpkı daha önce atalarımızın sırdaşı oldukları gibi, sıkıntımızın ve sevincimizin sırdaşıdırlar. Dolayısıyla yapılması gereken, burada bulunan hiçbir şeyin sadece kötülenmemesi ve aşağılanmaması değil, bizimle paylaştığı geçiciliklerin hatırına bu olguların ve şeylerin tarafımızdan samimiyetle kavranması ve dönüştürülmesidir. Dönüştürmek! Evet, bu geçici ve geçersiz dünyayı, o kadar derin, o kadar acı çekerek aklımıza kazımalıyız ki, bu dünyanın “özü” içimizde "görünmez" şekilde yeniden dirilsin. İşte bizim görevimiz budur.
Bizler görünmez olanın arılarıyız. “Nous butinons éperdument le miel du visible, pour l'accumuler dans la grande ruche d'or de l'invisible” * Ağıtlar'ın bize gösterdiği şudur: Görünür ve elle tutulur olan sevdiğimiz şeyler, evrenin titreşim alanlarına yeni frekanslar yayan doğamızın görünmez titreşimi ve coşkusuna sürekli aktarılmaktadır. Farklı maddeler evrende sadece farklı titreşim örnekleri oldukları için, biz de bu biçimde, sadece zihinsel türde yoğunluklar değiliz. Belki de yeni cisimler, madenler, “bulutsular” ve yıldızlar hazırlıyoruzdur ve bu faaliyet, artık yeri doldurulamayacak olan çok fazla görünür şeyin giderek daha hızlı geçip gitmesiyle tuhaf bir biçimde desteklenmekte ve teşvik edilmektedir.
Büyükannelerimiz ve büyükbabalarımız için bile bir "ev”, bir "çeşme”, aşina oldukları bir “kule”, evet kendi giysileri, kendi paltoları, sonsuz çok, sonsuz samimiydi; hemen hemen her şey, içinde insani bir şeyi hazır buldukları ve insani bir şeyi ilave edip sakladıkları bir “kap” idi. Şimdi, Amerika'dan bu tarafa, ısrarla boş önemsiz şeyler geliyor, sahte şeyler, suni bir yaşam. Amerikan tarzı bir evin, Amerikan elmasının veya oraya ait bir üzüm asmasının, atalarımızın umuduna ve özlemlerine işlemiş bir evle, meyveyle, üzüm asmasıyla hiçbir ortak yanı yoktur. Canlı, yaşanmış, bizi bilen şeyler tükeniyor ve artık bunların yeri doldurulamayacak. Bizler bu tür şeyleri tanımış olan belki de son kişileriz. Üzerimizde sadece onların anısını koruma (ki bu yetersiz ve güvenilmez olurdu) değil, onların insani ve Laral (ev tanrıları anlamında "laral") değerini de koruma sorumluluğu bulunmaktadır.
Yeryüzünün görünmez olmaktan başka bir kaçış yolu yoktur: Varlık biçimimizin bir parçasıyla görünmez olana katılan, onda (en azından) pay sahibi olan ve burada bulunduğumuz sürece görünmezin büyük altın kovanında toplamak adına, “görünürün balını çılgınca yağmalıyoruz”. Onun üzerindeki mülkiyetimizi çoğaltabilecek olan bizlerin içinde, -sadece bizlerin içinde-, görünür olanın görünmez olana, görünür ve elle tutulabilir olmaya daha fazla bağlı olmayan bu mahrem ve daimi dönüşümü gerçekleşebilir; tıpkı içimizde sürekli hem mevcut hem görünmez olan “yazgımız” gibi. Ağıtlar, varoluşun bu normunu ortaya koymaktadır: Bu bilinci doğrular, bu bilinci kutlar. Eski ananeleri ve ananelerle ilgili söylentileri bu varsayım için kullanarak ve Mısır'ın ölü kültünde bile bu tür referansların önceden bilindiğini ileri sürerek onu özenle kendi geleneğinin içine yerleştirir. Oysa daha yaşlı "Ağıt"ın “genç ölüye” rehberlik ettiği "Ağıtlar Ülkesi”, Mısır ile bir tutulamaz. Ancak bir ölçüde, çöl berraklığındaki ölü bilincinin içine, Nil diyarının bir yansıması olabilir.
Eğer Katolikliğin ölüm, öteki dünya ve sonsuzluk ile ilgili kavramlarını Ağıtlara veya Sonelere uygun görme hatasına düşülürse, onların çıkış noktasından tamamen uzaklaşılmış ve giderek daha esaslı bir yanlış anlamaya yol açılmış olur. “Ağıtlar”ın "meleği"nin, “Hıristiyan Cennetinin Meleği” ile hiçbir ilgisi yoktur (daha çok Müslümanların “melek figürleriyle” ilgisi kurulabilir). Ağıtlar'ın meleği, bizim yaptığımız görünür olanın görünmez olana dönüşümünün kendi içinde artık tamamlanmış gibi göründüğü “yaratık”tır. “Ağıtlar'ın Meleği” için geçmiş bütün kuleler ve saraylar çoktan görünmez olduğu için mevcuttur; varoluşumuzun mevcut kule ve köprüleri ise (bizim için) hala fiziksel/maddi olarak sürüyor olmasına rağmen çoktan görünmezdir. Ağıtların Meleği, görünmez olanda, gerçekliğin/hakikatin daha üst bir katının idrak edilmesine kefil olan varlıktır. O yüzden bizim için "korkunç"tur, çünkü sevenleri ve dönüştürücüleri olan bizler, daha hala görünür olana bağlıyız.
Evrenin bütün dünyaları, bir sonraki daha derin gerçeklikleri/hakikatleri olarak görünmez olanın içine yuvarlanır; bazı yıldızlar doğrudan yükselir ve meleklerin sonsuz bilinci içinde yok olur; diğerleri, kendilerini yavaş ve zahmetli dönüştüren varlık biçimlerine muhtaçtır, bir sonraki görünmez gerçekleşimlerine, onların korkuları ve sevinçleri içinde ulaşırlar. Bizler, bir kez daha vurgulanmış olsun, “Ağıtlar bağlamında bizler”, yeryüzünün dönüştürücüleriyiz, tüm varoluşumuz, sevgimizin iniş çıkışları, her şey, bizim bu görevi yerine getirebilmemizi sağlıyor (aslında bunu yapabilecek başka kimse de yok). (Soneler, burada tamamlanamamışlığı ve masumiyeti mezarın kapısını açık bırakan; böylece göçtüğü öte tarafta, yaşamın yansısını taze ve burayı, yarası ortada olan öbür yarıya karşı açık tutan o güçlere mensup ölmüş bir kızın adı ve koruması altında ortaya konmuş gibi görünen bu faaliyetin ayrıntılarını göstermektedir. Ağıtlar ile Soneler birbirini kesintisiz desteklerler ve ben, aynı solukla bu iki yelkeni; Soneler'in pas rengi küçük yelkeniyle Ağıtlar'ın devasa beyaz brandadan yelkenini şişirmeme izin verilmiş olmasını olağanüstü bir lütuf olarak görüyorum. Dilerseniz, sevgili dostum, buradan kimi tavsiyeler ve bilgiler edinin, onun dışında ise, kendi kendinizin yardımcısı olun. Çünkü, daha fazla bir şey söyleyebilir miyim, bilmiyorum.
Sizin R. M. Rilke
DIĞER HABERLER
-
ÖZKURBİR Yönetim Kurulu Bursa’da Toplandı
19 Ekim 2025, 07:35 -
Ek: 2 - GÖRÜNMEZ VARLIKLAR (Melekler ve Ruh, Cinler ve Şeytan/İblis)
19 Ekim 2025, 06:46 -
Dijital Köleliğin Dayanılmaz Cazibesi
18 Ekim 2025, 06:23 -
Birikim Eğitim Kurumları'ndan ÖZKURBİR'e Ziyaret
17 Ekim 2025, 16:34 -
Görünmeyen Dersler - Türk Eğitiminde Hayati Ama Göz Ardı Edilen Konular Üzerine
17 Ekim 2025, 09:57 -
Ankara Biltek Eğitim Kurumları’na Ziyaret
17 Ekim 2025, 08:54 -
Ağlayacaksan Oynamayalım
16 Ekim 2025, 07:47 -
Görünmek mi, Yönetmek mi?
15 Ekim 2025, 09:40 -
Dikkat! “Ödev” Var!
14 Ekim 2025, 08:39 -
Evladı Fatihan Diyarı Balkanlar’da Gönül Ziyareti
13 Ekim 2025, 23:02