Eğitimde Müzakere ve Diyalektik: İslami İlimler Mirası 23 Eylül 2025, 06:48

Eğitim ve öğretim faaliyetlerinin hepsinde bilginin aktarımı en asli hedeftir. Bu maksadın hasıl olması için pek tabii ki bilgiye sahip olan bir hoca ve bilginin alıcısı olan bir talebenin varlığı söz konusudur. Bu ilişki ekseriyetle monolog ve tek yönlü bir akış biçiminde olsa da, bundan farklı olan diyalojik ve interaktif bir eğitimin de verimlilik açısından çok ciddi bir artı değer üreteceğini söyleyebiliriz. Bu bağlamda bilginin ortaya çıkışında müzakerenin ve diyalektik epistemolojinin öneminden bahsetmek, pedagojik formasyonu belirlemek için gerekli felsefi altyapıya dair bir vizyon sağlayacaktır.
Ölçülü Müzakere
En baştan belirtmek gerekir ki, ilim talibi olanlarla yapılacak müzakerede mutlak bir eşitlik, koşulsuz bir diyalog tabii ki mevzubahis değildir. Gerçeklikten kopuk bir mutlak özgürlük ve diyalog kutsamasının hem Batı eğitim tecrübesinde hem de günümüzdeki pek çok örnekte ne gibi absürt hatta tehlikeli sonuçlar doğurduğu aşikar. Makul ölçülerle mukayyed bir müzakere kültürü ise, hem verimli hem de bereketli bir muhassal elde etmemize vesile olacaktır.
Öğrencinin öğretmene teknik bilgi açısından ihtiyacı malum. Lakin eğitimin aynı zamanda bir metafizik inşa olması, edeb ve terbiyeyi de ehemmiyetli kılıyor. Âdâba eşlik eden, çerçevesini aşmayan bir müzakere, diyalog, soru-cevap hatta münâzara kültürü hem teknik verimliliğe hem de mânâyı çoğaltan bir berekete kapı açacaktır.
Sadece hoca ve talebe arasında değil, bir bilim cemaatinin eş konumlu üyeleri için de müzakere, diyalektik, tartışma, ihtilaf ve reddiye kültürünün verimli ve bereketli olacağı aşikar. Zaten bu diyalektik ilerleme hem dînî ilimler hem de felsefe-bilim tarihinde sarahaten gözlemlenebilir. Ekseriyetle bilimsel gelişmelerin – özelde de bilim devriminin- eleştirel perspektif ve paradigmatik sorgulamalar neticesinde gerçekleştiğini görebiliyoruz.
Bu konuyu dînî ve felsefî ilimler çerçevesinde değerlendirerek derinleştirmeye çalışacağız.
Kur’ân ve Sünnet’in Diyalektiği
Tedricen nazil olduğunu bildiğimiz Kitâb-ı Mûbîn, muhataplarıyla direkt konuşan, bazen onların sorularına cevap veren bazen de direkt soru soran bir metindir. Peyderpey nazil olması, onun dinamik bir şekilde anlaşılıp hayata aktarılması ile alakalıydı. Muhataplarıyla kurduğu bu diyalog ilişkisi onu hem anlaşılır kılar hem de edebî icâzın bir parçasıdır. Kur’ân okunurken, bu kanlı canlı hitap muhakkak hissedilir. İçkin tecrübeyi anlamlı kılan aşkın bir kelam oluşu, onun diyalektik tarafını ortaya koyar.
Benzer bir durum, Sünnet-i Seniyye için de geçerlidir. Rasullah (s.a.v)’in Kur’an’da ifade edilen talim, tebyin, tezkiye gibi görevleri Kur’ân’ı tefsir ve temsil edişinin çeşitli cihetleridir. Kur’ânî ilkelerin müesses olması, bireysel ve toplumsal düzlemde tezahür etmesi, Kur’ân ve Sünnet arasındaki diyalektik bütünlük ile mümkündür.
Rasulullah (s.a.v) ile ümmeti arasındaki eğitim ilişkisinde de bereketli bir muhavereden bahsedebiliriz. Kendisine sorulan sorulara bıkmadan cevap verirken bazen kendisi de soru sorarak dinleyicilerle dinamik bir ilişki kurar. Pek tabi ki görevi gereği ümmetine mürşitlik ederken onların yaptıklarına karşılık verdiği tepkiler de diyalojik bir ilişkinin sonucudur. Sünnet’in teknik tanımında kullandığımız “takrir” yani O’nun verdiği onay da, insanların yaptıklarını eleştirmeyip onaylamasıyla sünnete dahil olan olgular ile ilgilidir. Sünnet’in teşekkülünde şahit olduğumuz bu hususlarda yoğun ve etkin bir diyalektik pedagoji görüyoruz.
Hz.Peygamber (s.a.v)’in ümmetiyle kurduğu diyalog ilişkisinin bir tezahürü olan “takrir”, aynı zamanda ümmet içinde düşünsel diyalektiği tesis edecek olan ilmî ihtilafın da meşruiyyet kaynağıdır. Bu ilk ihtilaf sahabe arasında gerçekleşmişti. Rasulullah (s.a.v) Ahzab savaşı dönüşü hiç durmadan Beni Kurayza’ya sefer yapmak için ikindi namazının oraya varıncaya dek kılınmamasını emretmişti. Bir kısım sahabiler onun sözünün zahirine uyarak namazı kılmazken bir diğer kısmı sözdeki maksada binaen geç kalmayacak şekilde namazı eda ettiler. Bu Hz.Peygamber (s.a.v)’e aktarıldığında iki kesime de bir şey demeyerek yani “takrir” ile makul çerçevedeki ihtilaflarını onaylamış oldu.
Sahabeler arasındaki bu anlayış farkı ve çok erken dönem olmasına rağmen ashabın İslami ilimlerdeki fakülteleşme temayülü de, İslamî ilimlerin diyalektik birikiminin başlangıcını teşkil ediyordu. Hz. Ömer ve Hz. Ebubekir’in istişareleri ve ictihadları, Hz. Aişe’nin bazı sahabeleri tenkid etmesi ve bunlara benzer pek çok çeşitlilik, ashab içerisindeki ilmî diyalektiğe örnek olarak verilebilir.
İslamî İlimlerin Zengin Birikimi
Bilginin husule gelmesinde diyalektik sürecin ne kadar etkili olduğunu sayısız bağlamlarda ve örneklerde görebileceğimiz bir alan olarak İslamî ilimlerin birikimi, bunu evveliyetle ıstılahî zenginliğiyle gösteriyor. Cedel, reddiye, müzakere, mukabele, mübahese, suâlât, ihtilaf, iftirak, münazara, hilâfiyyât ve daha niceleri… Bu minvalde İslamî ilimlerin çeşitli disiplinlerinde müzakere ve diyalektiğe dair epistemik imkanlara ve nazarî mekanizmalara kısa kısa değinebiliriz.
Kıraat ilminde Rasulullah (s.a.v) ile Cebrail (a.s) arasında yapılmış olan “mukabele”, bu ilmin eğitiminde teyit, tashih ve kıraat usullerinin teselsülen korunması açısından merkezde yer alıyor. Keza kıraat vecihleri ve aralarındaki ihtilaflar, musiki ve icaza katkı verdiği gibi, sunduğu anlam katmanları ile tefsir ilmine de lisânî bir imkan alanı sağlamaktadır.
Tefsir ilminde özellikle ayetler ile olaylar arasındaki diyalektik bütünlük, ayetlerin anlamını ve bağlamını dakik bir şekilde tesbit etme adına kritiktir. “Esbab-ı nüzul” rivayetleri işte bu çerçevede karşımıza çıkar. Sadece ayetler ve rivayetler arasındaki ilişki değil, Kur’anın kendi iç hermenötiği de verimli bir diyalektik zemin oluşturur. Tefsir ilmi, bir bilimsel disiplin olarak kendinde bir değere sahip olmakla beraber diğer islamî ilimlerin bilgi üretiminde de yöntemin bir parçasını teşkil eder. Hem dînî hem de dünyevî ilimlerle kurduğu bu diyalojik ilişki de onun kapsamını genişletmiştir. Hatta tefsir ilmi, bir allamenin (polymath) bütün dînî ve felsefî birikimini ansiklopedik ve muhalled biçimde paylaştığı bir alan olmuştur. Tefsirde cari olan ilmî ihtilafların Kur’an’ı anlama ve yorumlama açısından nasıl ufuk açacağı ise aşikardır.
Hadis ilminde, kıraat ve arz gibi öğrencinin hocadan teyit aldığı tahammül yöntemleri vardır. Hadis tenkidi için elzem olan, talebelerin hocalara raviler hakkında soru sorduğu “suâlât” geleneği de keza rical literatürünün oluşumunda diyalektik bir mekanizma işlevi görmüştür. Hatta ravilerin durumları ile alakalı fikir ayrılıkları, çeşitli yönlerden ravileri incelemeye ve daha tafsilatlı bilgi edinmeye, hadis ravisinin zayıf ve kuvvetli yönlerini daha incelikli tesbit etmeye vesile olmuştur. Hadis şerhleri söz konusu olduğunda ehl-i hadisin fıkıh ve kelam alimleri ile olan okuma farklılıkları ve tartışmaları da anlam zenginliğine katkıda bulunmuştur.
Din bilimleri arasında hassaten Fıkıh ve Kelam, nass ve olgu arasındaki bağlantıyı kurmalarından ötürü özsel olarak diyalektik bir karaktere sahiptirler.
Fıkıh ve usul-i fıkıh disiplinleri, diyalektik bilgi üretiminin ve müzakere kültürünün en verimli şekilde müesses olduğu alanlardır. Fıkıhta, nassların sabitliğine mukâbil, olay ve olguların değişkenliği, bizatihi ictihad ameliyesine diyalektik bir dinamizm veriyor. Bunun yanında fıkıhçıların “İhtilaf rahmettir” hadîs-i şerifi mucibince amelî konularda ihtilaftan çekinmemeleri de fıkhın bilimsel cemaatine verimlilik ve üretkenlik vermiş oluyor. Fıkıh ilminin parlayan yıldızı İmam Ebu Hanife, bir eğitimci olarak da, derslerinde müzakere yapar, müsademe-i efkârın bereketinden istifade ederdi. Nitekim kendi coğrafyası bir nevi “soru/problem” fabrikasıydı. Bu yüzden henüz gerçekleşmemiş olayları öğrencileriyle beraber temrin amaçlı fıkhen değerlendirmesi, eğitim tarzının diyalektik ve müzakereci bir yapı arzettiğini gösteriyor.
İmam Şafii, nazarî seviyesi gayet yüksek ilk usul metnini kaleme alırken, kendi usulünü Malikî ve Hanefî yöntemin kaidelerine itiraz ederek inşa ve beyan etmişti. Daha sonra Hanefi ve Şafii bilim cemaatlerinin daha sıkı ve eleştirel ilişkiler kurmasıyla oluşan “memzuc(eklektik) yöntem” de bir nevi diyalektik bir kazanımdır.
Fıkhın mezhebleşme sürecinde Kûfe ve Hicâz bölgelerinin ilmî yaklaşımlarını ifade etmesi bakımından “ehl-i rey” ve “ehl-i hadis” diye ayrılan iki paradigma, yukarda işaret ettiğimiz ihtilafları da kapsayacak bir ekolleşme farklılığını ifade ediyor. Bu iki kampın oluşumunda coğrafya ve bilgi arasındaki diyalektik ilişkiyi de görebiliyoruz. Bu okulların tartışmaları ve konsensusları da, başta fıkıh olmak üzere pek çok ilmî disiplinde kayda değer bir çeşitlilik ve diyalektik ilerleme sağlamıştır.
Kelam ilmi, hem inanç esaslarını aklen temellendirmesi hem de daha sonra bir metafizik araştırmaya dönüşmesi bakımından, diyalektik epistemolojinin en iyi örneklerinden birini sergiler. İlk dönem kelamcıların, Arap dilinin imkanları üzerinden gelişen tartışmalarda aldıkları pozisyonları tahkim etmeleri, cedelî bir tarzda gerçekleşiyordu. Bizatihi diyalektik yöntemin kendisi olan “cedel”, ilm-i cedel şeklinde ayrı bir disiplin olarak da incelenmiştir. Mesela “İlm-i hilaf”ekseriyetle fıkıh içi tartışmaları incelerken, ilm-i cedel biraz daha geniş bir kapsama sahiptir. Daha sonraları “ilm-i münazara” adıyla da eserler verilmiştir. Bu doğrultuda tartışma ve ihtilafların sadece teknik ve biçimsel tarafını değil, ahlakî ve nezaket yönünü de dikkate alan incelikli disiplinlerin ve sanatların ortaya çıktığını görüyoruz.
İslami ilimler tarihine baktığımızda diyalog, soru-cevap, tartışma merkezli eserlerin çokluğu da göze çarpıyor. Fıkıh, kelam, tasavvuf, nahiv, edebiyat, tarih ve siyaset gibi pek çok alanda mevzubahis minvalde bir diyalektik yazım tarzını görüyoruz. Bir tür olarak “Mesâil ve Cevâbât” literatürü bütün islami ilimlerde yaygındır.
İslam alimleri arasındaki diyalog ve tartışmaların, bazen mektuplaşmalar şeklinde de gerçekleşmesi diyalektik verimliliğin tarihe geçen ikonik örnekleridir. Ebu Hanife-Osman el-Betti, Malik-Leys b. Sa’d, Şafii-Ahmed b. Hanbel, Konevi-Tusi, İbn Rüşd-İbn Tufeyl ve bunlar gibi nicelerini misal olarak verebiliriz.
Hasılı-ı Kelam
Bütün bu aktardıklarımız üzerinden şunu rahatlıkla tesbit edebiliyoruz ki İslami ilimler tarihi, hem bilginin diyalektik ortaya çıkışı açısından hem de bir eğitim yöntemi olarak müzakere kültürüne sahip olması bakımından çok zengin bir birikime sahiptir. Gerek teknik ve formel yönden gerekse edeb ve ahlak cihetinden diyalektiğin maddi verimliliğini ve müsademe-i efkârın manevi bereketini İslami ilimlerin serüveninde müşahade edebiliyoruz. İslami ilimlerin epistemolojik hiyerarşisinin her aşaması –Kur’an, Sünnet, Sahabe ameli, müdevven disiplinler- bu açıdan derin bir hikmet perpsektifi sağlıyor.
Bir sonraki yazıda diyalektik ve müzakerenin felsefe-bilimsel incelemesini yaparak konuyu derinleştirmeye devam edeceğiz.
MEHMET YILDIRTAN - ARAŞTIRMACI YAZAR
DIĞER HABERLER
-
ÖZKURBİR’den Antalya’da Ziyaret
20 Ekim 2025, 18:15 -
Veli Merkezli Özel Okullar ve Eğitimin Geleceği
20 Ekim 2025, 08:32 -
ÖZKURBİR Yönetim Kurulu Bursa’da Toplandı
19 Ekim 2025, 07:35 -
Ek: 2 - GÖRÜNMEZ VARLIKLAR (Melekler ve Ruh, Cinler ve Şeytan/İblis)
19 Ekim 2025, 06:46 -
Dijital Köleliğin Dayanılmaz Cazibesi
18 Ekim 2025, 06:23 -
Birikim Eğitim Kurumları'ndan ÖZKURBİR'e Ziyaret
17 Ekim 2025, 16:34 -
Görünmeyen Dersler - Türk Eğitiminde Hayati Ama Göz Ardı Edilen Konular Üzerine
17 Ekim 2025, 09:57 -
Ankara Biltek Eğitim Kurumları’na Ziyaret
17 Ekim 2025, 08:54 -
Ağlayacaksan Oynamayalım
16 Ekim 2025, 07:47 -
Görünmek mi, Yönetmek mi?
15 Ekim 2025, 09:40