Bir Sınıfın Kalbine Giden Yol 04 Ağustos 2025, 05:46

Genç Öğretmenlere Tecrübeyle Yazılmış Bir Mektup Yıl 2000’li yılların başlarıydı. Meslekte çok eski değildim ama idealisttim. Henüz yönetici kimliğim oluşmamıştı. Gönlümde eğitimciliğin en saf hali vardı: bir çocuğun yüreğine dokunmak, onun hayatını değiştirmek.
O yıl, bana “o sınıfı” verdiler. Her okulda vardır ya hani… Kimsenin dersine girmek istemediği, öğretmenlerin kapısından geçerken bile iç çektiği bir sınıf… İşte bana o sınıf emanet edildi.
Adları dilden dile dolaşan çocuklar… Dersi sabote eden, öğretmenle dalga geçen, sınıfı karıştıran… Kimse onlardan bir şey olmaz diyordu. Hatta açıkça şunu söyleyen öğretmenler bile vardı:
— “Hocam, sabırlı ol ama fazla da hayal kurma. İçlerinden biri bile üniversiteye girerse büyük mucize olur.”
Ama ben başka bir şeye inandım. Onlar problemli çocuklar değil; ilgisiz bırakılmış çocuklardı. İtinayla kırılmış, kenara itilmiş, anlaşılmamış, etiketlenmiş, dışlanmış çocuklardı.
İşte eğitim yöneticiliğimin tohumları da o günlerde atıldı.
İlk Adım: Anlamak İçin Dinlemek
İlk haftayı sadece gözlem yaparak geçirdim. Eski öğretmenlerinden her bir öğrencimle ilgili bilgi topladım. Kim nereden geliyor, ailesinde ne yaşıyor, neyi sever, neye tepki verir…
Defterime her biri için ayrı ayrı notlar yazdım. Yaklaşık 3 hafta boyunca nerdeyse hiç konu anlatmayıp onların istediği şeyleri yaptık. Ama bir hedefim vardı çünkü sınıfta birliktelik yoktu, gruplaşmalar vardı. Önce bu birlikteliği sağladık ve sınıf olduk. Ne yapıyorsak artık hep birlikte yapıyorduk.
Sonrasında aile ziyaretlerine başladım. Evlerine gittim. Birinin babası oğlundan tamamen ümidini kesmiş , diğerinin ailesi kendi iç dertleriyle boğuşuyordu. Birinin babası yoğun işlerinden nerdeyse eve bile uğrayamıyor , birinin ailesi okuma yazma bilmiyordu. Sessizce dinledim hepsini. Gözlerinde sadece “fark edilmek” isteyen çocuklar gördüm.
İkinci Adım: Kalplerine Girmek
Okula döndüğümde yeni bir karar almıştım. Bu çocuklara ne öğretirsem öğreteyim, önce kalplerini kazanmalıydım.
Onlara öğretmen gibi değil, abileri gibi yaklaştım.
— “Ben sizin başarınızı görmek için buradayım,” dedim.
— “Beni üzmeniz değil, kendinizi üzmeniz asıl mesele,” dedim.
Disiplin elbette vardı ama sevgiyle.
Kurallarımız oldu ama önce gönüllerde bir bağ kurduk.
İçlerinden biri derste uyuduğunda ceza vermedim; nedenini konuştuk. Dertli gördüğümde oturdum derdine ortak olmaya çalıştım.
Yaramazlık yaptığında bağırmadım; neden öfkelendiğini anlamaya çalıştım. Hergün akşamları bir grupla birlikte vakit geçirdik. Kâh onlarla top oynadım , kâh sinemaya veya bilardo oynamaya.. Hep içlerinde , hep yanlarında oldum. Hatta bir öğrencim evden kaçtı; bulup getirip evimde misafir ederek hem okulla hem ailesiyle barıştırdım. Artık bana nerdeyse baba demeye başlamışlardı.
Güldük birlikte, çalıştık birlikte, gerektiğinde ağladık birlikte.
Her birine şunu hissettirmeye çalıştım:
“Sen değerlisin. Senin içinde büyük bir cevher var. Ve ben o cevheri görebiliyorum.”
Üçüncü Adım: Küçük Zaferlerle Yol Açmak
Akademik başarı hemen gelmedi. Ama değişim başladı. Önce sınıfa sahip çıkmaya başladılar. Sonrasında ders işleme talepleri geldi ama yine hep birlikte, ve sonra diğer derslerin öğretmenlerini de dinlemeleri için hatır koydum. Sonra gönüllerine dokunduk. Birlikte fakir aileleri ziyaret edip ellerindeki nimetlere şükür etmelerine vesile olduk , hatta bir aileyi o kadar içselleştirdiler ki tüm evi yenilediler . Gönülleri iyice yumuşamış birbirlerine olan sevgileri artmaya başlamış , kendilerinin de işe yaradıklarının farkına varmışlardı.
Sonrasında küçük küçük başarılar elde etmelerine ve başarıdan keyif almalarını sağlamaya çalıştık.
Ve zamanla, en dağınık çocuğun bile gözü parlamaya başladı.
Başarı geldikçe özgüven, özgüven geldikçe disiplin oluştu.
Bir çocuk bile başardığında tüm sınıf sevinmeye başladı.
Sınıf, bir ekip oldu. Bir aile gibi…
Final: Mucize Değil, Emek
O yıl sonunda beklenmedik bir tablo oluştu. Sınıf ortalaması yükseldi. Davranış problemleri azaldı.
Ve o “kimseden bir şey olmaz” denen sınıftan 14 öğrenci üniversiteye girdi.
Yıllar sonra kimi bankacı , kimi akademisyen , kimi öğretmen oldu. Birkaç tanesi büyük işadamı oldu. Arayanlar ve hâlâ görüştüklerimiz var.
Ben o gün bir şeyi öğrendim:
Çocuklar değişir. Ama önce biz inanırsak.
Genç Öğretmen Kardeşim,
Bu yazıyı sana yazmamın nedeni şu:
Bugün bir sınıfa girdiğinde, karşında yaramaz, saygısız, ilgisiz çocuklar görebilirsin.
Ama sakın unutma: O çocuklar aslında senin en büyük fırsatındır.
Çünkü en zor çocuk, en büyük kazanımdır.
İyi bir öğretmen, zor çocuğu değiştirme cesaretine sahip olandır.
Kuralları koyan ama sevgiyi kaybetmeyendir.
Ders anlatan değil, yürek inşa edendir.
Sen de bir gün dönüp bakacaksın ve diyeceksin ki:
‘Ben bir sınıfın kaderini değiştirdim.’
İşte o gün, mesleğin gerçek karşılığını alacaksın.
Duaları üzerinde olan bir mesleğin içindesin.
Sadece zihne değil, kalbe de dokun.
Unutma, bir çocuğun kaderi bir öğretmenin yüreğine sığar.
Sevgiyle, sabırla, adanmışlıkla…
Ali Dayıoğlu
Özkurbir Bşk Yrd
Eğitim yöneticisi
DIĞER HABERLER
-
Alev Alatlı
04 Ağustos 2025, 06:18 -
Bir Sınıfın Kalbine Giden Yol
04 Ağustos 2025, 05:46 -
Tercihler Devam Ediyor Da; Herkes Üniversite Okumalı Mı?
03 Ağustos 2025, 07:55 -
İstanbul'un Kara Kutusu: BALAT
03 Ağustos 2025, 07:40 -
İlkokul Uzman Sınıf Öğretmenliği Modeli Üzerine
02 Ağustos 2025, 13:01 -
Türkiye’de Çocukların %65’i Geri Zekâlı Mı?
02 Ağustos 2025, 10:18 -
Ortalık Dallas
02 Ağustos 2025, 10:16 -
Herkes Üniversite Okumalı Mı?
01 Ağustos 2025, 09:41 -
Zaman Tuzakları
01 Ağustos 2025, 09:10 -
Din ve Tanrı
01 Ağustos 2025, 07:58