21. Yüzyılda Eğitimle Biçimlenen Savaş Zeminleri 22 Haziran 2025, 12:39

21. yüzyılda insanlık, bir yandan teknolojik devrimler ve küreselleşmeyle eşi görülmemiş bir bilgi çağına adım atarken, diğer taraftan savaşların, zorunlu göçlerin ve insani krizlerin pençesinde var olma mücadelesi veriyor. Bugün İsrail-İran arasında yaşanan savaş, Ukrayna-Rusya çatışması, Afrika’da süregelen iç savaşlar ve Asya’daki nükleer tehditler gibi gelişmeler, yalnızca siyasi ya da ekonomik değil; aynı zamanda eğitim politikalarının da önemli bir sonucu ve reel bir göstergesidir. Zira bir toplumun barışa mı savaşa mı eğilimli olduğunu belirleyen temel öğelerin eğitimin niteliği, ideolojik yönelimi ve kapsayıcılığı olduğu kaçınılmaz bir gerçektir.
Eğitim; bireyde empati, eleştirel düşünce, kültürel hoşgörü ve etik sorumluluk geliştiren toplumsal bir inşa aracıdır. UNESCO'nun 2024 Küresel Eğitim Raporu'na göre, demokratik değerlerin işlendiği eğitim sistemlerine sahip ülkelerde, çatışma çözümünde diplomasi ön plana çıkarken; eğitim sistemleri milliyetçilik, etnik üstünlük ve tek sesliliğe dayalı olan ülkelerde ise çatışma eğiliminin daha yüksek olduğu saptanmıştır.
İskandinav ülkeleri, Kanada ve Japonya gibi devletler, eğitim sistemlerini çok kültürlülük, insan hakları ve barış eğitimi temelleri üzerine bina etmişlerdir. Bu ülkelerde, savaş karşıtı kolektif bilinç, tarih derslerinden medya okuryazarlığına kadar her kademede güçlüdür. Bu nedenle, bu toplumlarda dış politikada daha temkinli ve diyalog odaklı yaklaşımlar gözlenmektedir.
Ancak her eğitim sistemi, barış odaklı bir yansıma göstermemektedir. Ortadoğu, Güney Asya ve bazı otoriter rejimlerde eğitim, sıklıkla devlet ideolojisinin bir uzantısı olarak yapılandırılmakta, düşmanlaştırma, mitolojik kahramanlaştırma ve kurban söylemleri üzerinden bireylerin zihinlerinde savaş meşrulaştırılmaktadır.
İran’ın 1979 sonrası “devrimci eğitim modeli”, İkinci dünya harbi sonrası Filistin coğrafyasında teşekkül ettirilen İsrail devleti(!)’nde militarist yapıda tezahür eden bir güvenlik eğitimi, Çin’de ideolojik çerçeveye oturtulan milli bilinç eğitimi, Rusya’da Sovyet mirasına bağlı tarih anlatımı gibi örnekler, genç bireyleri barışçıl çözümden çok "milli çıkar" doğrultusunda savaşın meşru bir araç olduğuna doğru katı bir inanca doğru sürüklemektedir. Bu durum, özellikle de kriz zamanlarında "ötekileştirme"nin eğitim eliyle yeniden üretilmesine yol açmakta, dolayısıyla dünya insanını bir çıkmazın eşiğine doğru itmektedir.
Bugün dünya üzerinde 120 milyondan fazla insan zorunlu göç halindedir. Bu göçmenlerin neredeyse yarısını çocuklar oluşturmaktadır. Ancak ne yazık ki, bu çocukların üçte ikisi örgün eğitime ulaşamamaktadır. BM ve WHO’nun 2025 Dünya Mülteciler Günü verilerine göre, mültecilerin eğitim hakkına erişimi kısıtlı olduğunda, bu bireyler yoksulluk, şiddet ve radikalleşme döngüsünden kurtulamama gibi acı bir gerçekle yüzleşmektedirler.
Tabii olarak bu bağlamda, savaşın hem nedeni hem de sonucu olarak eğitim devreye girecek; eğitimden mahrum kalan bireyler, ileride savaşın hem kurbanı hem de potansiyel taşıyıcısı olacaktırlar. Öte yandan, nitelikli ve evrensel değerlere dayalı bir eğitim ise bu döngüyü kırmanın en etkili araçlarından biri olacaktır.
2025 yılı itibarıyla dünya ülkeleri savunma harcamalarına 2.5 trilyon dolardan fazla ayırırken, dünya genelinde 258 milyon çocuk hâlâ okula erişememektedir. Bu dramatik çelişki, “önce eğitim mi, önce güvenlik mi?” sorusunu gündeme getirmiştir. Oysa eğitime ayrılacak her 1 milyar dolar, bir neslin demokratikleşmesi, istihdamı ve toplumsal uyumu için dev bir yatırımdır. Ancak buna karşın silahlanmaya harcanan her 1 milyar dolar, potansiyel çatışmalar için hazırlık anlamına gelmektedir.
Eğitim ve savaş arasındaki ilişki; sadece bir sonuç ilişkisi değil, aynı zamanda bir neden-sonuç döngüsüdür. Eğitim, savaşın doğurabileceği yıkımı azaltabilir belki; ancak kötü yapılandırılmış bir eğitim sistemi de kaçınılmaz olarak savaşı doğurabilecektir. Bu nedenle, barış eğitimi, sadece gelişmiş ülkelerde değil, çatışma bölgelerinde de evrensel bir hak olarak tanınmalı ve desteklenmelidir.
Nihai olarak devletlerin eğitim politikaları; savaşı değil, insan haklarını, çok sesliliği, adaleti ve karşılıklı anlayışı önceliklendirmelidir. Ki ancak bu sayede, gelecek kuşaklar için daha güvenli, daha adil ve daha yaşanabilir bir dünya inşa edilebilsin.
Doç. Dr. Erdal KILIÇ - İMÜ Öğretim Üyesi
DIĞER HABERLER
-
21. Yüzyılda Eğitimle Biçimlenen Savaş Zeminleri
22 Haziran 2025, 12:39 -
Sınıfın Ötesinde: Yapay Zekayla Yenilenen Okullar
21 Haziran 2025, 19:28 -
Yeni Nesil Öğretmenler Neden Yetersiz?
21 Haziran 2025, 10:05 -
Türkiye Eğitim Teknolojileri Zirvesi İstanbul’da Gerçekleşti
20 Haziran 2025, 19:39 -
Novus Ordo Seclorum(1)
19 Haziran 2025, 20:36 -
Sınavlar, Karneler ve Tatilin Ruhu
19 Haziran 2025, 20:24 -
Hami Koç, Eğitim 360 Yönetim Kurulu Toplantısında
19 Haziran 2025, 18:03 -
Herkes Üniversiteli Olmalı mı? Türkiye ve İngiltere Arasında Bir Yol Ayrımı
19 Haziran 2025, 17:02 -
Yaz Tatilinde Akıl, Dikkat ve Neşe Bir Arada!
18 Haziran 2025, 21:29 -
Bu Sınava (LGS) Kim Giriyor?
18 Haziran 2025, 16:30